25 Aralık 2011 Pazar

amcam çiçek oldu


-merhum mehmet beyin ruhuna....


amcam taş çatlasa 65 yaşındaydı, sevdiği kadını kaçırmış üç de çocuk yapmış ama bi türlü mutlu olamamıştı. bana sorsanız lanetliydi o kadın, sevmezdim yüzünü görmeye dayanamazdım. illetti, şeytandı o kadın. son konuşmamızda 'evdekiler nasıl?' demiştim. 'evde kimse yok, benim için yoklar yani.' demişti. gel ben sana bakarım başım üstünde yerin dediğimde de geleyim de babanla birbirinizi yiyelim di mi demişti. her zamanki gibi de gözlerinden öpüyorum diye kapamıştı telefonu. yüzü gözümden, sesi kulağımdan gitmiyor.
sabahın dokuzunda sessiz sedasız yatağında uyurken bulmuşlar, sonsuz rüyaya gözleri açılmışken. (...) merak etmediğim detaylar.

-sen şimdi ne olacaksın?
bu soruyu her konuşmamızda en az bir kez sormasa olmaz.
-inşaat mühendisi amca.
-başka bir şey yok muydu?
gülüyorum.
-para bunda amcaa!

o mallıkla kaldırımdaki büyük demirlerden birine çarptım bacağım morardı, yeni hissediyorum. mezarlığa gittik, yeni ayazağa mezarlığı. (yeni?) amcamı çıkarıp toprağın içine koydular. kat kat toprak attılar, attıkça attılar attıkça attılar. öfkeliydim herkese. birden bütün kalabalığı toplayıp toprağına içine sokmak geldi içimden. nasıl olsa tek tek girmeyecekler miydi onlar da? bıkmıştım. ayakta zor duruyordum, hem soğuktan hem çaresizlikten tir tir titriyordum. kadının biri başımı örtmeye çalışıyordu, anlatıyordu bir şeyler. hala toprak atıyorlardı hala. -artık acı yok, artık ağrı yok.- dedi şalımı saçıma dolarken. babam elinde iki tahtayla geldi sonra, ateş düştüğü yeri sarartarak yakıyordu böyle durumlarda. yüzü sapsarı. birini mezarın başına diğerini sonuna çaktı tahtaların. sonra da kalemle üzerine isimini kazıdı.

Mehmet Güvenç
25.12.2011

amcam doğmuş büyümüş şaşırmış ve ölmüştü. katıldığım bir cenaze töreninin daha sonuna gelmiştik böylece. üstelik hayat da devam ediyordu. amcam orada yalnız başına yatıyordu, ama hayat devam ediyordu işte.
ayakkabılarım çamur içinde. acaba üşüyor mudur?

19 Aralık 2011 Pazartesi

karşındaki dağılıyor diye senin güçlü olman gerekir ya hani. gözyaşını yutarsın resmen. şurana kadar gelir, ama önce o ağladı diye sana ağlama diyen olmak düşer. sana dimdik ayakta durup, yaslanılacak omuz olmak düşer. oysa o acı senin de acındır. 
lan bir kez de bırak ben dağıtayım, ben ağlayayım, bir kez de ben güçlü olmak zorunda kalmayayım lan. vayy anasını yaa.

18 Aralık 2011 Pazar

azra akın sorunsalı

geçenlerde bir sosyal paylaşım sitesinde (bkz.twitter) şöyle bir cümle okudum:
"azra akına çirkin diyen kızlar önce bi kendilerine baksınlar!"
opsss! hem azra akını çirkin buluyordum, hem kendime bakınca bir azra akın olamadığımı görüyordum. patdadanak üstüme aldım bu cümleyi.

 bir insan yahut bir obje için güzel yargısına kavuşmadan önce koşa koşa kendime mi bakmam gerekiyor yani? 'ama ben de çirkinim! nasıl çirkin derim şimdi buna nasıl nasıl' diye dövünmem pusmam mı gerekiyor şimdi? nesneler yahut insanlar hakkındaki beğenilerimiz zevklerimiz fiziksel yapımızla tutarlı mı olmalı sahi? hayır yani anlamadım, karakter gibi bir şey değil ki kendimi düzeltip öyle laf atayım (güzellik yarışması olduğundan mütevellit.) bir başkasına. Allah vergisi abicim. ne yapayım yani?
azra akını dünya güzeli seçen jüriyi düşünüyorum. dünyanın en güzel insanları onlar olmalı o zaman senin mantığına göre. çünkü birine güzel demek için güzel olmak ön şart di mi? şimdi gidip elenen her hatun için, her bir jüri üyesine 'ıyy sen önce kendine bak!' mı diyeyim yani?

azracııma gelince, bana onu antalya portakal güzeli, balıkesir zeytin güzeli diye sunsaydın; aa  güzel kızmış derdim hakkını da verirdim hani. bu yazıyı da niye yazdıysam.. öyle işte.

16 Aralık 2011 Cuma

evlat

bazen tam olarak şöyle demek istiyorum.
"aşkım bitti. bırak beni gideyim."

bazen de böyle.
"kötü günde sevdanı terk mi edeceksin? sevgi neydi? sevgi emekti."

bu koca dilemma günlerdir beynimin hücrelerinde at koşturuyor. kararsızlık, hayırsız bir evlat gibi.

15 Aralık 2011 Perşembe

katil

bana hayal kırıklıklarımı sorsan; tereddüt etmeden birer birer dökülür, cisimlerini unutmak istediklerimin isimleri ağzımdan. oysa yeni yeni anlıyorum. beni hayal kırıklığına uğratan kimse geçmemiş, benden başka hayatımdan. ben kendi hayatıma girmişim, her şeyi allak bullak edip çekip gitmişim. belirli periyotlarla kendime bir güzel işkence etmişim. kaçmak istediğim, yüzleşmek istemediğim bütün gerçekler, bütün acılar, bütün zevkler ve o bastırmak istediğim benlik içime sığmayınca; başka insanların suretlerine bürünmüş her defasında. ben ne onunla, ne bununla, ne seninle savaşmışım. her defasında ya kendimi yaralamışım ya kendime mağlup sayılmışım. iç dünyamın şizofren diyalogları dışarı taşmış, yakalayamamışım. başkalarına mal etmişim yaralarımı. bu yüzden bütün vefasızlarım birbirine bu kadar çok benziyor. bu yüzden kendi elimle yarattığım katiller her gece failim oluyor. ve ben kendimin efendisi. ve ben kendimin kölesi.
ve sen, böylece benim dünyamda temize çıkmış olabilirsin. ama kendi dünyanda sen de bir katil değil misin?

14 Aralık 2011 Çarşamba

ahmak ritüelleri

kaybetme ivmesi yokuş aşağı artan birinin önce yüzüne gülüp, sonra elini tutmak riskli bir şeydir. sorumluluk gerektirir. o kapı kapı dolaşırken, sonunda biri onun kapısını çalmıştır çünkü. ve karşındaki tam olarak ahmaklık evresindedir, sevilmek kaynaklı sevmeye muhtaç biridir.

kaybetme ivmesi yokuş aşağı artan birinin sinsice elini bırakıp, küstahça gülümsemeye devam etmek  bu uyuşturucunun en güzel demleridir. artık elini tutmuyor olduğunuz gerçeği o ahmak tarafından görmezden gelinir. odak noktası sizin güvenilirliğiniz olsa, belki fark edecek garibim. ama kapı açılmıştır bir kere, ve gülen gözleriniz kâfidir pembe hayallere. ayrıca herkes bilir, ahmaklık meşru bir şeydir.

kaybetme ivmesi yokuş aşağı artan birine gülümsemeyi bırakıp, suratına tükürmek adeta bir şaşkınlık, bir öğrenilmiş çaresizlik evresidir. karşınızdaki çoktan 'neden hep bunu yaşıyorum neden neden?' moduna girmiştir. bu sırada siz de görevinizi layıkıyla yerine getirmiş, bu düşüşe hız kazandırmış ve en hafif tabirle söz konusu ahmağın ağzına sıçmışsınızdır. ama üzülmeyin hepimizin evrende var oluş amacı belirli permütasyonlarla diğerinin ağzına sıçmak değil midir? elbet sıra size de gelecektir. ve ne yazık ki, birinin ağzına sıçmak da oldukça meşru bir şeydir.

12 Aralık 2011 Pazartesi

söz

elbet karşılaşacağız bir gün. ben dimdik duracağım karşında, sana verdiğim sözleri tutmuş bir halde; sense şükredeceksin tutamayacağını bildiğin sözleri vermediğine.. ben gibi bir gaflete düşmediğine.

11 Aralık 2011 Pazar

pervane

-ben bende değilim ki,
ben sendeki beni sevdim.
bana senden gelen acıyı
gönlüme zikir eylerim.-

ben bu şarkıyı ne zaman dinlesem ağlarım. içim titrer, kahrolurum. kaybolmak isterim, yok olmak isterim. ben bu şarkıyı yıllardır bıkmadan usanmadan dinlerim. acısını zikir eylediğim insanlar gelip geçtiler, ben yine de bıkmadım bu şarkıdan. yeni acıları zikir eylemek için belki de. (ve zikreylemek olacak o kesinlikle.)

-gözlerin bir ateş ben pervaneyim,
bıraktım kendimi ateş gül oldu.-

öyle işte, bu kadarcık.

9 Aralık 2011 Cuma

aşk

aşk, beş duyu organının üzerine inşa edilmiş bir şeydir.
ama cereyan etmesi için beşinin de senkronize çalışması şart değildir.

7 Aralık 2011 Çarşamba

şair

şair adam dediğin
penceresine dökülen yağmur damlalarını görünce,
kalemine davranırmış.
benim içim hep yağmurlu olduğundan,
dışarıyla pek ilgilenmem.
oldu da öyle bir gaflete düştüm diyelim,
bu kez de kafiyeyi tutturamam.
ilham perisi denen sürtüğü
saçından tutup getirmesini bilirim elbet
ama zorla güzellik olmaz.
kalem denen şey
öyle herkese yakışmaz.

5 Aralık 2011 Pazartesi

kafa sesleri

sana sesleniyorum,
kalk aynanın karşısından.
bu yaptığın iş değil.
gözlerine yalnızlığını haykırmakta
zaten bildiğin bir gerçeği defalarca yüzüne vurmakta
ısrarcı davranma bu kadar.
bak mezar taşlarına,
üzerlerine yalnızlık kazılı.
ama esas sır altlarında.
yalnızlar meze olmuş
börtü böcek sofralarına.
heh işte onlardan bir farkın yok.
kendine bunu unutturma.
çaresizliğin boyunu geçince
çektiğin acıları eşsiz bellersin şimdi sen.
saçmalama.
çaresizliği kabullenmek demek
çaresizliği unutmak demektir
haklısın, eksik olma.
ama ölülerle tek ortak paydan yalnızlık değil,
aldanma.
bir şeyleri kendine yoldaş yapmakta
meziyetlisin bilirim.
sonuç belli madem
böceklerden başla
oyalanma.

hadi kalk üzerine bir şeyler al yine.
yanına bir şeyler al.
yüreğine bir şeyler al.
al da sarıp sarmala.
ama bütün şeyler ayrı yazılır,
aklından çıkarma.