29 Ocak 2012 Pazar

şapşallık etkisi

bir boşvermişlik var ki üzerimde sormayın canlar. olmazsa olmaz olarak gördüğüm birçok şeyden patdadanak vazgeçiyorum bugünlerde. kendimi hiçbir şeyi yapmak zorunda hissetmiyorum. ve çoook uyuyorum! evet ben nihayetinde çoook ve güzel rüyalı uyuyorum. tembelliğimle barıştım gibi bir şey. iyi mi ettim bilinmez ama bu huzur her şeye değer gibi geliyor bana. bazen tutuşuyorum gördüğüm absürt hayallerin etkisiyle. o zamanlar da hiçbir açıklama yapmadan 'ben yine korkuyorum!' deyiveriyorum birilerine. 'döverim ben onları.' gibisinden yanıtlar alınca hayal aleminden gerçeğe pek bir çabuk geçiyorum doğrusu. bir şapşallık hakim evet. sanırsın 6 fıçı bira devirmişim, sanırsın bir kutu cipralexi hüppletmişim. ama ı ıh. hiçbiri değil. yaptığım tek bir şey var, yazmak. devamlı yazmak, sürekli yazmak. çizgisiz dosya kağıtlarına ve zaman zaman da düz. yazmak. hayat daha güzel olamaz. yazmak. yazarken kusmak. yazarken kendine ışıklar yakmak.
kalemi tekrar ve korkmadan elime almamı sağlayan insana selam olsun.

27 Ocak 2012 Cuma

rutin

halimden memnuniyetim ile koca koca iç çekişlerim daralıp kapı pencere açmalarım arasında saniyeler bile yok.  kendime sürekli aynı soruyu soruyorum. 'ne yapmam lazım?' bulamıyorum. bulamayınca 'düşünme o zaman düşünme' diye tekrarlıyorum. çığlıkları içimde bastırıp karbondioksit olarak ortama veriyorum. erteliyorum. ama çözüm bulmak üzere değil, kabullenmek üzere.
kılımı kıpırdatacak halim yok; bırak göze almayı, değiştirmeyi, çözmeyi...
bir ölüden ne farkım var? içimi kemiren böcekler ve hissiyatsızlık da dahil. ama gülüyorum işte. gülüyorum ve bazen gülerken hayat kurtarıyormuşum öyle diyorlar. ne fark eder? hayat kurtarmaya devam ederken de ölüyorum. bir insan hayatı boyunca birçok kez ölür. ve tekrar ölmek için yeniden doğar. ölüyorum ve tekrar doğuyorum.

11 Ocak 2012 Çarşamba

kaos

hikayemizi yazacağım ama, bir sonu olması gerektiği için hikayelerin, cesaret edemiyorum kalemi elime almaya. artık yitirmekten yoruldum birilerini, iyi ya da kötü yitmesini istemiyorum hiç kimsenin. özellikle de senin. beynimin merkezinde at koşturan köstebekler kenara çekildiler, yerlerinde koca koca boşluklar var. yerlerinde esen yeller var. iyi mi kötü mü bilemiyorum. düşünemiyorum. uzak kaldım. sevdiklerime de sevmediklerime de uzak kaldım bu ara. nasılsını sormaya üşeniyorum, iyiyimi düşünmeye korkuyorum. cümlelerim bir araya gelip tutarlı bir paragraf oluşturamıyor, hepsi tek tek ilan ediyor özerkliğini. oysa baskıcı değilim. parmaklarımdan dökülenleri tanıyamıyorum. yüreğimi terk edenleri de öyle. herkes öylesine yabancı. özellikle de sen. yabancıların en yakını. bitmiyor kaos, ardından kelimelerim ayaklanıyor, isyan ediyor her biri cümlesine. oysa diktatör değilim. hatta isyanı severim. dikenleri varmış kelimelerimin. tenime batıyorlar, sözleşmiş gibiler. hepsinin elinde kurşunsuz mavzerler. sıkıyorlar boş kalan yerlerime ama öldüremiyorlar beni. ölemiyorum işte. ya bağışıklık kazandım ölüme, ya çoktan öldüm öyle dolanıyorum yeryüzünde.

4 Ocak 2012 Çarşamba

rakı

üstad demiş ki,
"her şeyle içilir ama yalnız şerefsizle içilmez şu meret.."
ağzına sağlık ama,
bana kalırsa yalnız içilmeli.
efkârı ağırdır çünkü, paramparça eder yüreği.
yüzümün gündüzden geceye dönüşünü
bana kalırsa, öyle herkes görmemeli.
ille yanına bir şey istersen,
beyaz peynirin, kavunun kâfi.
yavaş yavaş içeceksin bir de,
bir sevdayı yudumlar gibi.

önce inceden bir dertleneceksin,
daha bir hoş vuracaksın sazının tellerine.
daha bir içten çıkacak sesin,
düşman kesileceksin gecenin sessizliğine.
                  "yârim senden ayrılalı,
                   hayli zaman oldu, gel gel..."
sonra sırayla üzüleceksin,
yalnızlara, üşüyenlere, ölülere...
sonra aklına düşecek yârin;
kabadayılık taslayacaksın aranıza giren mesafelere.
söveceksin bir güzel hasretine...
bir yudum daha alacaksın kadehten.
bir yudum da sevdiğinden.
öldürüp gömeceksin bugünü de,
ömürden gittiğine aldırmadan.
gözünü bile kırpmadan; seve seve...

3 Ocak 2012 Salı

karşılaşma

hava yağmurlu, kasvetli, sıkıcı. karşıdan karşıya geçeceğim, tanıdık bir çift gözle buluşuyor gözlerim. gülümsüyor karşımdaki. hayatımdan çıkalı çok olmadığı halde, bu çocuğu nasıl bu kadar gerilere itebildim bilmiyorum. sanki yıllar yıllar öncesinde kalmış, üstü toz yığını kaplı biri... hatırlıyorum.
ilk sigaramı onunla içmiştim. yine yağmurluydu hava. en son ne zaman görmüştüm peki? hatırlamıyorum. dört sene yüzyüze bakmıştık, ama iki sene doya doya konuşmuştuk sadece. beni telefonuna prenses diye kaydetmişti. ahmet kaya severdi. akşamları aynı radyo kanalını dinleyip, aptal saptal konuşurduk. bana bu şarkıyı ilk o dinletmişti. -prensesin uykusuyum.-
şimdi hiç görüşmediğimiz iki buçuk seneden sonra, yollarımız yine kesişti. benim için altı sene öncesinde kalmış üstü toz kaplı çocuk yeniden numaramı telefonuna kaydetti.

2 Ocak 2012 Pazartesi

yeniyıl

ne isterim? her sene aynı dileği diliyorum.
-bisiklet sürebilmeyi isterim. (noluur)
görmek istediğim şehirler var.
-bursa mesela zeynepimden mütevellit. edirne mesela, güzelim sinandan, onun selimiyesinden mütevellit. izmiri özledim, ecükümü özledim. (evet izmir bünyede bir bağımlılık etkisi yaratabiliyor.) ve de mardin. şu içimdeki bitmek tükenmek bilmeyen mardin aşkı! aşk olduğundan mütevellit, ona sebep sunmama gerek yok.
hayatımda olmasını istediğim insanlar belli. yeni yılda onları dilemiyorum da, onlarla yeni bir yıl diliyorum.

türk sineması aşkımla beyazıt aşkım birleşince ortaya şöyle bir şey çıkıyor.
-lalezârda nostaljik film izlemek isterim.
kendimi çok daimi bir ot olarak hissettiğim için, yeni uğraşlar lazım.
-kesinlikle ney çalmak isterim.
okumak konusunda düştüğüm tembelliğe istinaden;
-okumak okumak okumak isterim.

bi de bi de, az da olsa kendimi sevebilmek isterim.

iyi yıllar hepinize a dostlar.

1 Ocak 2012 Pazar

bilek

bir kez burkulan bileğin, tekrar burkulmaya meyili gibiydim. ara sıra ben buradayım diyordum, sızım sızım hissettiriyordum kendimi. belki bir ikinci vuruşa hazırlanıyordum, belki çoktan bitirmiştim üzerime yeni düşeni. ama beni umursamayan bir beden üzerinde sürdürüyordum varlığımı. işte bundan daha kötüsü olamazdı. zıplamaktan düşmekten şapşal şapşal yürümekten vazgeçmiyor, ara sıra bana sövüp duruyordu kendisi. oysa kabullensen beni, her şey daha acısız olacak diyordum. ama dinlemiyordu ki. müstahaktı ona böylesi.