25 Aralık 2011 Pazar

amcam çiçek oldu


-merhum mehmet beyin ruhuna....


amcam taş çatlasa 65 yaşındaydı, sevdiği kadını kaçırmış üç de çocuk yapmış ama bi türlü mutlu olamamıştı. bana sorsanız lanetliydi o kadın, sevmezdim yüzünü görmeye dayanamazdım. illetti, şeytandı o kadın. son konuşmamızda 'evdekiler nasıl?' demiştim. 'evde kimse yok, benim için yoklar yani.' demişti. gel ben sana bakarım başım üstünde yerin dediğimde de geleyim de babanla birbirinizi yiyelim di mi demişti. her zamanki gibi de gözlerinden öpüyorum diye kapamıştı telefonu. yüzü gözümden, sesi kulağımdan gitmiyor.
sabahın dokuzunda sessiz sedasız yatağında uyurken bulmuşlar, sonsuz rüyaya gözleri açılmışken. (...) merak etmediğim detaylar.

-sen şimdi ne olacaksın?
bu soruyu her konuşmamızda en az bir kez sormasa olmaz.
-inşaat mühendisi amca.
-başka bir şey yok muydu?
gülüyorum.
-para bunda amcaa!

o mallıkla kaldırımdaki büyük demirlerden birine çarptım bacağım morardı, yeni hissediyorum. mezarlığa gittik, yeni ayazağa mezarlığı. (yeni?) amcamı çıkarıp toprağın içine koydular. kat kat toprak attılar, attıkça attılar attıkça attılar. öfkeliydim herkese. birden bütün kalabalığı toplayıp toprağına içine sokmak geldi içimden. nasıl olsa tek tek girmeyecekler miydi onlar da? bıkmıştım. ayakta zor duruyordum, hem soğuktan hem çaresizlikten tir tir titriyordum. kadının biri başımı örtmeye çalışıyordu, anlatıyordu bir şeyler. hala toprak atıyorlardı hala. -artık acı yok, artık ağrı yok.- dedi şalımı saçıma dolarken. babam elinde iki tahtayla geldi sonra, ateş düştüğü yeri sarartarak yakıyordu böyle durumlarda. yüzü sapsarı. birini mezarın başına diğerini sonuna çaktı tahtaların. sonra da kalemle üzerine isimini kazıdı.

Mehmet Güvenç
25.12.2011

amcam doğmuş büyümüş şaşırmış ve ölmüştü. katıldığım bir cenaze töreninin daha sonuna gelmiştik böylece. üstelik hayat da devam ediyordu. amcam orada yalnız başına yatıyordu, ama hayat devam ediyordu işte.
ayakkabılarım çamur içinde. acaba üşüyor mudur?

19 Aralık 2011 Pazartesi

karşındaki dağılıyor diye senin güçlü olman gerekir ya hani. gözyaşını yutarsın resmen. şurana kadar gelir, ama önce o ağladı diye sana ağlama diyen olmak düşer. sana dimdik ayakta durup, yaslanılacak omuz olmak düşer. oysa o acı senin de acındır. 
lan bir kez de bırak ben dağıtayım, ben ağlayayım, bir kez de ben güçlü olmak zorunda kalmayayım lan. vayy anasını yaa.

18 Aralık 2011 Pazar

azra akın sorunsalı

geçenlerde bir sosyal paylaşım sitesinde (bkz.twitter) şöyle bir cümle okudum:
"azra akına çirkin diyen kızlar önce bi kendilerine baksınlar!"
opsss! hem azra akını çirkin buluyordum, hem kendime bakınca bir azra akın olamadığımı görüyordum. patdadanak üstüme aldım bu cümleyi.

 bir insan yahut bir obje için güzel yargısına kavuşmadan önce koşa koşa kendime mi bakmam gerekiyor yani? 'ama ben de çirkinim! nasıl çirkin derim şimdi buna nasıl nasıl' diye dövünmem pusmam mı gerekiyor şimdi? nesneler yahut insanlar hakkındaki beğenilerimiz zevklerimiz fiziksel yapımızla tutarlı mı olmalı sahi? hayır yani anlamadım, karakter gibi bir şey değil ki kendimi düzeltip öyle laf atayım (güzellik yarışması olduğundan mütevellit.) bir başkasına. Allah vergisi abicim. ne yapayım yani?
azra akını dünya güzeli seçen jüriyi düşünüyorum. dünyanın en güzel insanları onlar olmalı o zaman senin mantığına göre. çünkü birine güzel demek için güzel olmak ön şart di mi? şimdi gidip elenen her hatun için, her bir jüri üyesine 'ıyy sen önce kendine bak!' mı diyeyim yani?

azracııma gelince, bana onu antalya portakal güzeli, balıkesir zeytin güzeli diye sunsaydın; aa  güzel kızmış derdim hakkını da verirdim hani. bu yazıyı da niye yazdıysam.. öyle işte.

16 Aralık 2011 Cuma

evlat

bazen tam olarak şöyle demek istiyorum.
"aşkım bitti. bırak beni gideyim."

bazen de böyle.
"kötü günde sevdanı terk mi edeceksin? sevgi neydi? sevgi emekti."

bu koca dilemma günlerdir beynimin hücrelerinde at koşturuyor. kararsızlık, hayırsız bir evlat gibi.

15 Aralık 2011 Perşembe

katil

bana hayal kırıklıklarımı sorsan; tereddüt etmeden birer birer dökülür, cisimlerini unutmak istediklerimin isimleri ağzımdan. oysa yeni yeni anlıyorum. beni hayal kırıklığına uğratan kimse geçmemiş, benden başka hayatımdan. ben kendi hayatıma girmişim, her şeyi allak bullak edip çekip gitmişim. belirli periyotlarla kendime bir güzel işkence etmişim. kaçmak istediğim, yüzleşmek istemediğim bütün gerçekler, bütün acılar, bütün zevkler ve o bastırmak istediğim benlik içime sığmayınca; başka insanların suretlerine bürünmüş her defasında. ben ne onunla, ne bununla, ne seninle savaşmışım. her defasında ya kendimi yaralamışım ya kendime mağlup sayılmışım. iç dünyamın şizofren diyalogları dışarı taşmış, yakalayamamışım. başkalarına mal etmişim yaralarımı. bu yüzden bütün vefasızlarım birbirine bu kadar çok benziyor. bu yüzden kendi elimle yarattığım katiller her gece failim oluyor. ve ben kendimin efendisi. ve ben kendimin kölesi.
ve sen, böylece benim dünyamda temize çıkmış olabilirsin. ama kendi dünyanda sen de bir katil değil misin?

14 Aralık 2011 Çarşamba

ahmak ritüelleri

kaybetme ivmesi yokuş aşağı artan birinin önce yüzüne gülüp, sonra elini tutmak riskli bir şeydir. sorumluluk gerektirir. o kapı kapı dolaşırken, sonunda biri onun kapısını çalmıştır çünkü. ve karşındaki tam olarak ahmaklık evresindedir, sevilmek kaynaklı sevmeye muhtaç biridir.

kaybetme ivmesi yokuş aşağı artan birinin sinsice elini bırakıp, küstahça gülümsemeye devam etmek  bu uyuşturucunun en güzel demleridir. artık elini tutmuyor olduğunuz gerçeği o ahmak tarafından görmezden gelinir. odak noktası sizin güvenilirliğiniz olsa, belki fark edecek garibim. ama kapı açılmıştır bir kere, ve gülen gözleriniz kâfidir pembe hayallere. ayrıca herkes bilir, ahmaklık meşru bir şeydir.

kaybetme ivmesi yokuş aşağı artan birine gülümsemeyi bırakıp, suratına tükürmek adeta bir şaşkınlık, bir öğrenilmiş çaresizlik evresidir. karşınızdaki çoktan 'neden hep bunu yaşıyorum neden neden?' moduna girmiştir. bu sırada siz de görevinizi layıkıyla yerine getirmiş, bu düşüşe hız kazandırmış ve en hafif tabirle söz konusu ahmağın ağzına sıçmışsınızdır. ama üzülmeyin hepimizin evrende var oluş amacı belirli permütasyonlarla diğerinin ağzına sıçmak değil midir? elbet sıra size de gelecektir. ve ne yazık ki, birinin ağzına sıçmak da oldukça meşru bir şeydir.

12 Aralık 2011 Pazartesi

söz

elbet karşılaşacağız bir gün. ben dimdik duracağım karşında, sana verdiğim sözleri tutmuş bir halde; sense şükredeceksin tutamayacağını bildiğin sözleri vermediğine.. ben gibi bir gaflete düşmediğine.

11 Aralık 2011 Pazar

pervane

-ben bende değilim ki,
ben sendeki beni sevdim.
bana senden gelen acıyı
gönlüme zikir eylerim.-

ben bu şarkıyı ne zaman dinlesem ağlarım. içim titrer, kahrolurum. kaybolmak isterim, yok olmak isterim. ben bu şarkıyı yıllardır bıkmadan usanmadan dinlerim. acısını zikir eylediğim insanlar gelip geçtiler, ben yine de bıkmadım bu şarkıdan. yeni acıları zikir eylemek için belki de. (ve zikreylemek olacak o kesinlikle.)

-gözlerin bir ateş ben pervaneyim,
bıraktım kendimi ateş gül oldu.-

öyle işte, bu kadarcık.

9 Aralık 2011 Cuma

aşk

aşk, beş duyu organının üzerine inşa edilmiş bir şeydir.
ama cereyan etmesi için beşinin de senkronize çalışması şart değildir.

7 Aralık 2011 Çarşamba

şair

şair adam dediğin
penceresine dökülen yağmur damlalarını görünce,
kalemine davranırmış.
benim içim hep yağmurlu olduğundan,
dışarıyla pek ilgilenmem.
oldu da öyle bir gaflete düştüm diyelim,
bu kez de kafiyeyi tutturamam.
ilham perisi denen sürtüğü
saçından tutup getirmesini bilirim elbet
ama zorla güzellik olmaz.
kalem denen şey
öyle herkese yakışmaz.

5 Aralık 2011 Pazartesi

kafa sesleri

sana sesleniyorum,
kalk aynanın karşısından.
bu yaptığın iş değil.
gözlerine yalnızlığını haykırmakta
zaten bildiğin bir gerçeği defalarca yüzüne vurmakta
ısrarcı davranma bu kadar.
bak mezar taşlarına,
üzerlerine yalnızlık kazılı.
ama esas sır altlarında.
yalnızlar meze olmuş
börtü böcek sofralarına.
heh işte onlardan bir farkın yok.
kendine bunu unutturma.
çaresizliğin boyunu geçince
çektiğin acıları eşsiz bellersin şimdi sen.
saçmalama.
çaresizliği kabullenmek demek
çaresizliği unutmak demektir
haklısın, eksik olma.
ama ölülerle tek ortak paydan yalnızlık değil,
aldanma.
bir şeyleri kendine yoldaş yapmakta
meziyetlisin bilirim.
sonuç belli madem
böceklerden başla
oyalanma.

hadi kalk üzerine bir şeyler al yine.
yanına bir şeyler al.
yüreğine bir şeyler al.
al da sarıp sarmala.
ama bütün şeyler ayrı yazılır,
aklından çıkarma.

29 Kasım 2011 Salı

kavram karmaşalarım

sen beni eskiden beri tanıyan bir insansın. yakındığım çok oldu, 'onca iyilik yaptım, karşılığına bak. reva mı lan bana bu?' diye ve  de türevleri şeklinde. aslına bakarsan yakındığımız çok oldu senin, benim, bizim; hep birlikte. ama düşününce yaptığın iyiliğin karşılığında iyilik beklemenin ne kadar deli saçması olduğunu fark ettim. ve yaptığın iyiliğin karşılığında iyilik bekliyorsan eğer onun adının 'iyilik' olmayacağı kanısına da vardım. onun adı 'çıkar ilişkisi' oluyor iki gözüm.

durumun vahimliğine şu noktadan başlamak istiyorum. niye karşılık bekler ki insan? iyiliği ruh doygunluğu için yapamaz mısın mesela? iyiliği tek bir insan için değil de 'insanlık' için üzerine düşen ödevi yerine getirmek amacıyla yapamaz mısın ya da? inançlı bir insansan eğer, iyiliğini yaradan için yapamaz mısın canım kardeşim? neden karşılık beklersin ki sen hep?

beklentimizin kaynağı olan şeyleri düşününce aklıma 'ne ekersen, onu biçersin.' gibi bir atasözümüzün olduğu geliyor dilimizde, 'sevdiğin kadar sevilirsin.' demiş bir şairimiz de. evet evrende bir yansıma kuramı var, eyvallah. lakin bu sözleri biz biraz fazla anlamamış mıyız sence de? yani sözlerin hiçbirinde bize emek verdiğin insan sana karşılığını verecek demiyor. sevdiğin kişi tarafından sevileceksin de demiyor. sevileceksin elbet karşılığını alacaksın diyor. bu kadarcık. bir vaat var, ama adres yok. insanlığımızdan ötürü aceleciyiz, ille de alacağım meyvesini telaşındayız ya hani, işte olgunlaşmamış meyvelere talimimiz bundan sebep hep.

bir de şuradan bakalım. 'besle kargayı, oysun gözünü.'  ya da 'acıma yetime, döner koyar götüne.' gibi halk arasında felsefe haline getirilmiş negatif cümlelerde ise, kötülüğü kimden göreceğimiz fazlaca açık belirtilmemiş mi sence de? çünkü bir iyilik yaptıysan, ve beklenti içine girdiysen çoğunlukla karşındaki o beklentiyi karşılayamaz canım kardeşim. savunma mekanizmamıza tüküreyim, bir insanı karalamak istiyorsak eğer bunu çok kolay başarabiliriz. onun şeytanın sağ kolu veya sol bacağı olduğuna kendimiz dahil bütün insanlığı inandırabiliriz. adam kargayı beslemiş, sonrasında kargadan kötülük görmüş. oysa daha öncesine tarlaya ektiği kötü bir tohumun meyvesini kargadan almış da olabilir. nasıl emin olabiliriz? belki karganın oyduğu göz sayesinde, 'kör olaydım da bugünleri görmeyeydim.' demek zorunda kalmamıştır hiç. nereden bilebiliriz ki?

yani yaptığımızın karşılığında bir şeyler aldığımız kesin. sorun iyi mi kötü mü olduğunda değil mi? iyi kavramı özneldir ne yazık ki cancağızım. sana göre 'iyilik' olan şey bir başkasının nazarında 'bencillik' olabilir misal. yahut sana 'kötülük' olarak gelen şey, düşünceyi eyleme döken kişi bazında 'senin iyiliğini düşünmek' konu başlığına da girebilir. önce bu bir anlamak lazım. dünyada tek başımıza değiliz, ve değer yargılarımız türlü türlü, kabullenmek lazım.

zaten hayli karışık olan mevzuları iyice karıştırdım, farkındayım. varmak istediğim sonuç, iyiliği evrene yap derim, kişiye değil. karşındaki insan sonuçta. ömrü belli, hali belli, cismi belli. yükleme ona böyle şeyler, beklentini azalt demiyorum tamamen yok et diyorum. şayet inançlıysan da güzel kardeşim, iyiliğini yaradanın için yapman kanısındayım. karşılığını muhakkak alacaksın. öbür dünya vaadinde bulunmuyorum sana. tam da burada insan evreninde gerçekleşecek her şey.

iyilikten karşılık beklemek, iyiliğe balta vurmaktan başka bir şey değildir.
heh bu sözümü dinleyip, hak ettiğini bulamadın mı? çağır beni son nefesinde, tükür yüzüme. yeter ki son muhakeme anına kadar sabretmeyi bil. ve hep iyilikle kal.

karşılıksızca senin,
dilan.

çekilmez

sevmediğim huylarım ve ben, çekilmez bir ikiliyiz. bu çekilmez ikiliyi sevebilen insanlar, size ne desem az. ömürsünüz vallahi.

28 Kasım 2011 Pazartesi

bir of çeksem

karanlıktan korkmam hiç kalır, kendimden korkmamın yanında. kendi elimle bir başkasına, hele de çok sevdiğim birine zarar vermek; beni daha da yerin dibine sokar kendi nazarımda. peki ne yapmalı? her şeyi değiştirecek gücüm yok, bitirip baştan başlayacak gücüm de yok. öğrendiğim tek şey, bir ilişki insanı olmadığım oldu bu iki yıllık süre zarfında.

27 Kasım 2011 Pazar

yalnız

sanırım tüm gemilerimi gözümü kırpmadan yakmak gibi bir mazoşistliğe sahibim. ıssız bir odada tek başına kalmayı istiyorum. çünkü dört duvardan daha samimi bir şey tanımıyorum. çünkü zaten tek başınayım, çünkü zaten çok yalnızım. o zaman hayat bir kerelik de olsa gerçekçi olsa diye tutturmak ne kadar abes olabilir?  ve mazoşistliğin bu raddede kendine değil de 'kendini kandırma'ya düşman olmak olduğunu kim inkar edebilir? kimseye sarılmak istemiyorum. kimseye dayanmak istemiyorum. kimseden beni anlamasını beklemek istemiyorum. teoride kabullendiğimden pratikte korkmak istemiyorum. aslında tam olarak kanatlanıp uçmak istiyorum.

26 Kasım 2011 Cumartesi

leş

kronikleşmiş bir yalnızlık. ve gecenin en tenha saatleri. ne fark eder, gecenin tüm saatleri kahpe, can alıcı, kan emici. sen yanımda yoksan şayet, gecenin tüm saatleri bir cehennem ateşi. ve barutla yaklaşıyor o ateşe, zamansız hatra gelenlerin leşi. boğulmak kadehteyken güzel, karşı konulmaksızın, çekici. bir de sen bana sıkı sıkıya sarılırsan, hala umut verici. ama gecenin bu saatinde senin bana sarıldığın pek görülmemiştir sevgili. o yüzden gözlerinin düştüğü kadehlere kalıyor işkencelerimin sona erişi. ve sigara dumanları var etrafta; yardımcı, yalancı, kör edici. içimi yakanları dumanla karıştırıp atamayacağımı bile bile... neyin savaşını veriyorum bilemiyorum gerçi.

25 Kasım 2011 Cuma

piç

onca dil döktüm bana mısın demedi,
buymuş onun da işi.
aynı saatte okudu ezanı, yine sabahın beşi.
etrafımda yelkovanlar akrepler kıvranıyor,
yüreğimi kemiriyorlar..
yakalarsam öldüreceğim
o imam olacak piçi.

24 Kasım 2011 Perşembe

yabancı

bir insanın bir insana gitar çalması diye bir şey var. bir insanın bir insana şiir okuması diye bir şey var. yüzünü gördüklerinden hayır göremediysen, hiç görmediğin bir insanı sevebilirsin. yokluğunu hissedebilirsin. bir insanın bir insanı adam yerine koyması diye bir şey var. söyle ne kadar yabancı olabilirim sana? hayata olduğum kadar değil ya.

18 Kasım 2011 Cuma

göz teması

ben seni gördüm ya hani bugün.
gördüm de kılım kıpırdamadı,
içim sızlamadı ya hani bugün.
iki sene önceme dönmek geldi içimden.
hiçbir şey değil sadece,
bilmek isterdim evvelden.
'ağlama, geçiyormuş sahiden.'

15 Kasım 2011 Salı

şeytan

kendini melek sanıyorsun ama
piyangodan payıma düşen bir şeytansın sen,
farkında değilsin.

13 Kasım 2011 Pazar

keşke

birbirinden güzel keşkelerim var, satıyorum yok mu alan?
cevapsız kalan soruları yüreğini kemirmese,
daha güzel yaşamaz mıydı insan?

11 Kasım 2011 Cuma

temmuz 09

radyonun sesini kapamak gerekir böyle anlarda,
çünkü beklenmedik bir şarkı
yerin dibini boylamak için ivme kazandırabilir sana.

"ben sende tutuklu kaldım!"

uyuyacağım dedim ama, uyuyamam biliyorum.
şuanki sessizliğimin, senden öncekinden beter olması uyutmaz beni.
olsa olsa biraz daha arttırır,
birim zamanda dökülen gözyaşı selini.

"ne senden öncesi, ne senden sonrası..."

satırları karalıyorum.
kelimelerin kombinasyonu bile,
faydasız kalıyor karmaşamı anlatmaya.
hep uzak durduğum bir sözcüktü 'beklenti'
ama gelişinle hiç de zor olmadı benimsenmesi.

seni sevmenin tadı neden hep acı bilmem ki?

zıtlıklarla doluyum kabul ama
en büyük zıtlık sensin sanırım bana.
bir gelip bir gidiyorsun,
kapı ardına kadar açık nasılsa.

"yandım yâr közlerimi, savur savur bitmiyor..."

üzülmemek için seni silip atacak olsam,
bunu onca yıl içinde belki bin kez yapardım.
ama niyetim yok.

bak ne diyeceğim,
hiçbir şey kalmasın askıda.
eğer gitmezsen, sana güzel bir masal anlatırım?
dilediğin gibi olur her zerresi.
ya da bir şarkı söylerim?
"ben sende tutuklu kaldım!..."
diye başlar ilk cümlesi...

9 Kasım 2011 Çarşamba

acı

nefes almakla eşdeğer olmuş seni düşünmek,
ve kaçınılmaz olan, seni düşündükçe acı çekmek.

7 Kasım 2011 Pazartesi

08.09.2009

pişmanlıklar zincirimdeki en büyük halkam; sen!
hiç mi üzülmez insan, hiç mi içi acımaz?
söz konusu ben olunca mı susar vicdan çanları?
arkasına dönüp yürüdüğü yolda,
tek bir engele de mi takılmaz?
tökezlemez?

bir tek cevabı var,
bu kadar kararlı gidişinin belki de,
ben pembeleri giyerken başlamış yolculuğun desene!
meğer seninle geçirdiğim o kısacık zaman diliminde dahi yokmuşsun.
bana seni tertemiz hatırlayabileceğim
tek bir anı bile bırakmadan kaybolmuşsun!

arkaya dönmekten bahsediyorum, iyimserim yine.
kim bilir belki yüzünü bana hiç dönmedin bile,
yol üstündeyimdir de,
geçerken uğramışsındır hatta he?!

4 Kasım 2011 Cuma

elma

güzel hatırlamak benim elimdeymiş seni,
iyi de,
güzel hatırlanmak herkesin hak ettiği bir şey mi?
öylesine herkessin ki.
afedersin ama,
biz seninle mesela
hiç bir elmayı dişledik mi?

gözlerime baktın,
gözlerine baktım.
gerektiğinde veririm hakkını evelallah.
içimi ısıttığın da oldu,
ama kasıp kavurduğun daha çok.

biz seninle mesela
hiç bir elmanın iki yarısıyız dedik mi?

ya da sen mesela, öyle tek başına.
bir elma üzerine düşünebildin mi?

işte, o beraber dişleyemediğimiz
üzerine muhabbet edemediğimiz elma
sebep oldu cennetimden kovulmana.

bir elma nelere kâdirmiş
şimdi görebildin mi?

2 Kasım 2011 Çarşamba

hadi

eh be yüreğim!
yardımcı ol şu garip gözlerime.
senin yüz çevirdiğini
onlar da göremeyecekler elbette..

29 Ekim 2011 Cumartesi

anı

o günler anı olmak için öyle gençler ki daha.
ben onların sarhoşluğuyla
bulutları fethedecektim oysa.

25 Ekim 2011 Salı

bak peline, peline.

bir insana verebileceğim en güzel ve aynı zamanda en somut şeyin kelimelerim olduğunu düşünmüşümdür hep, çünkü kelimelerim gözlerimdeki soyutluğu doğrular nitelikte olur genellikle. ve şimdi ellerimden çıkmış bir yazının öznesi olmaktan çok daha fazlasını hak eden bir insana seslenmek istiyorum müsadenizle. peline..

isteyerek olmadı biliyorum, bir anda kendimizi birbirimizin yolunun üstünde bulduk. ama eğer bize sorsalardı ne o, ne de ben aksini isterdik. sadece keşke bu kadar ağrılı sancılı olmasaydı o yol, daha iyi olurdu derdik. başa sarsak eminim ki, 'o'nu kazandım deyip daha az acı çekerdik.

birbirimizin hayatına dahil olalı iki sene oldu, büyük kazıklar yemiş olmanın verdiği beylik laflar ediyordum oysaki. yok daha ben kimseyi böyle alamam hayatıma, yok ben bir daha güvenemem başkasına. dilin kemiği yok, keşke bütün büyük konuşmalarım böyle olsa. ama acımı acısı belleyen bir insan buldum yanımda. hem de hiç mi hiç ummadığım bir anda.

beraber yıkıldık, beraber kalktık diyordum. ama gerçekten tam da cümledeki gibi. iki senedir bütün bunalımlarımızın üst üste gelmesi, bütün toparlanmalarımızın birbirine tekabül etmesi dikkatimi çekiyordu. sonra fark ettim gerçeği, birimiz mutsuzken diğerinin iyi olmak içine sinmiyordu. ve birimizin kötü olması, diğerine kendini kötü hissetmesi için tatmin edici bir sebep gibi görünüyordu.

bir insan ne isterdi ki ilişkilerinde? güven, samimiyet, dürüstlük... ben bu temel taşların hepsini eksiksiz buldum onda. her elimi uzattığımda tuttu elimi, hatta uzatmadığımda bile. kimi zaman kimse anlamazken o anladı beni, kimi zaman hiç anlamazken bile saygı gösterebildi bana. o çetrefilli zamanların üzerime kattığı çekilmezliğe bile katlanabildi sabırla. ama her şeyden önemlisi zaman tanıyabildi bize, belki biraz korkuyla ama çok büyük bir inançla. yanılmasın kimse, sadece zaman ekmedik biz o tarlaya, acı sevinç gözyaşı güzellik de ektik beraberinde. ve dünyanın en güzel meyvelerini aldık karşılığında. dostluk aldık, sevgi aldık, emek aldık.

yüzümde ve yüreğimde gördüğüm tüm güzellikleri etrafımdaki güzel insanlara bağlıyordum hep.
şimdi rahatlıkla diyebilirim ki, ben pelinle daha da güzelleştim.

<bana bir şarkı sözünün doğruluğunu kanıtladın: 'harcına gözyaşı döktüm daha da sağlam olsun diye.'
şimdi etrafına bak, yıkık dökük olmamıza sebep insanlar nasıl da paramparçalar. ama biz tamız, biz biriz ve eskisinden çok daha sağlamız. elbet yine düşeceğiz ama sırtımızın yere değmeyeceğinden de bir o kadar eminiz.

çünkü  arkanda ben varım, çünkü arkamda sen varsın.
ve tüm kalbimle söylüyorum, iyi ki hayatımdasın!>

24 Ekim 2011 Pazartesi

benim derdim hüsnü

yârim!
yine ne demeye astın güzel yüzünü?
işittim ki banaymış dargınlığın.
yanaş da öpeyim o iki gözünü.
kendimi düşünüyorsam nâmerdim inan.
dediler, o gülmeden dağılmaz bu cihanın hüznü.
düşündüm ben de,
sonra nasıl kazanır ekmek parasını
bizim çaycı hüsnü?

23 Ekim 2011 Pazar

ayrılık

ayrılık sözcüğü çıksın diye lügâttan
aşağı bıraktım kendimi camdan.

22 Ekim 2011 Cumartesi

yâr

- kuşların şehirleri olmaz derler.
ama istanbulun kuşları var?

-istanbul bir şehir değil zaten,
bildiğim en vefasız yâr.

20 Ekim 2011 Perşembe

kalem

bir kurşun kaleme ismini verdim.
ve seni yaza yaza ucunu körelttim.

ya bu kalem bittiğinde seni unutacağım,
ya seni unuttuğumda bu kalemi kıracağım.

and olsun,
kalemini kıracağım.

19 Ekim 2011 Çarşamba

kelebek

bu öylesine bir kelebek,
içi siyah beyaz, dışı rengarenk.
kanatları var diye aldanma sakın
uçmakla bir değil, senden kaçabilmek.

16 Ekim 2011 Pazar

sitem

gözden ırak olmak yetmedi mi cancağızım?
gönülden de ırak olmaya,
neden bunca merakın?

12 Ekim 2011 Çarşamba

makyaj

makyajdan hoşlanmıyorum, ama yine de gözlerimi boyamayı seviyorum, her gün. moralimin bozuk olduğu gecelerde o makyajı gözlerimden temizlemek istemiyorum. sabaha kadar daha çok aksın, daha çok bulansın istiyorum yüzüme. böyle olduğunda, sabah yüzümü temizlerken kendimi iyi hissediyorum. sanki yeni bir başlangıç yapmışım, sanki büyük bir dertten kurtulmuşum gibi. saçmalık işte.

fakat bugün bir şey fark ettim, bu hayatımın yönetimini elimden almış bir huyun izdüşümü adeta bende. tıpkı gözüme çektiğim sürme gibi, mecazen daha güzel hissetmek ya da görünmek için hayatıma insan alıyorum. hatta zaman zaman bozulmalar olursa, tıpkı bir sürme gibi tazeliyorum düzeltiyorum. vakit ilerledikçe o insan çirkinleşmeye başlıyor, bana verdiği zararlar düzeltilemez hale geliyor. belki mantığım sol yanıma yenik düştüğünden, belki üçüncü dördüncü şansa boyun eğmemden, onu hayatımdan çıkarmayı erteledikçe erteliyorum. oysa tam zamanında yapabilsem bunu, hem kolay olacak; hem söz konusu insan pisliğini bulaştıramamış olacak. hatta belki tam da mutlak mutluluk olacak.

hayatınızda yüzünüzdeki makyaj gibi yer edinen insanlar cilayı yüreğinize değil sadece yüzünüze çekerler. oysa insanın en güzeli hali doğal halidir, bu yüzden gerçek dostlarınızla beraberken çok daha güzelsinizdir.

kolay olan yanı ise, sizde boyadan öteye geçemeyen insanlardan temizlenmek için sadece bir parça pamuğa ihtiyacınız var.

bu sabah yeni bir başlangıç yapmış gibi, üstümden büyük bir yük kalkmış gibi; aynadaki aksime göz kırpıp yeni göz makyajımı yapmaya koyuluyorum. ama bu kez makyajı kişileştirmiyorum.

10 Ekim 2011 Pazartesi

şans

daha istanbulu sevemeyen birinden
seni sevmesini mi bekledin sahiden?

şansın varmış canım benim,
sana hayır gelmezdi o sevgiden.

böylesi davetkâr bir güzellik karşısında dahi
kayıtsız kalabilen o yürek,
sevginin bahsinden bile
gocunurdu zaten.

6 Ekim 2011 Perşembe

kuyu

<sadece şunu söyle bana,
bir insan gözünün önündeyken,
ondan kurtulmak mümkün mü gerçekten?>

ya onun kafasına sıkacaksın,
ya kendi kafana.

onun kafasına sıkabilecek olsan,
baştan düşer miydin bu batağa?

düşün ki
bir taşsın kuyuda.
bir delinin attığı,
bin akıllının çıkaramadığı.

çıkarılmayı beklemek
aptallık olur,
unutma.

kendine bir iyilik yap.
ya kalk ayağa, kurtul o kuyudan
ya da sık gitsin kafana.

ve sakın bu cümlede mecaz arama.

3 Ekim 2011 Pazartesi

yetmez

koşturmak, melek yüzlü bir şeytan bence. sürekli koşturduğun, yoğun olduğun zamanlar daha az düşünürsün bir şeyleri. daha az uğraşırsın olaylarla, belki yorgunluğundan daha rahat dalarsın uykuya. mutlu musun mutsuz musun anlamadan geçer gider günlerin. koşuşturmak, bir çeşit uyuşturucudur bu yüzden.
ama iyi bir şey olduğunu sanırsın, düşünmüyorum üzülmüyorum dert etmiyorum sanırsın. oysa sen düşünmeyip üzülmeyince yer değiştirmez ki o dertler, hala olduğu yerde tek bir bakışını beklerler.

fakat bunalmak öyle mi? bunalmakta bir şey var. bunalmakta gerçeklik var, farkındalık var. 

çok yoğunum şu sıralar. ah bu şarkıların gözü kör olsun.

28 Eylül 2011 Çarşamba

zamanın dışında 3

benden anlatmamı istediler, çok saçma. çünkü eğer benim yaşımdaysanız kimse söylediklerinizle ilgilenmez. sizi sürekli bir şeylerle oyalarlar, sizi olmadık zamanda unuturlar; ama sorsanız hayata katlanma sebebi olarak da sizi gösterirler. yetişkinleri anlamak zor. anlayamadıklarım bu kadarla sınırlı olsaydı keşke.

o gün de diğerleri gibi olacak sanıyordum.ama yanılmışım. beni alıp başka bir eve götürdüler, daha önce yüzünü görmediğim insanların yanına. açıkçası güzel zaman geçirdim. annemin normalde yasakladığı yiyeceklerden tıka basa yedim. sabahtan akşama kadar televizyon seyrettim. bütün istediklerimi bir bir yerine getiriyorlardı, ben de şımardıkça şımarıyordum. güzel şeylerin bir bedeli olduğunu anlamak için, fazla büyük olmaya gerek yok. ve tabi ki bir şeylerin ters gittiğini fark etmek için de. dört her ikisi için de yeterli bir yaştı bence. 
eve geri döndüğümde, annemi bambaşka buldum. aslında bütün hayatımı bambaşka buldum. babam o akşam eve gelmedi, babam bir sonraki akşam da eve gelmedi. babam bir daha eve hiç gelmedi. onun nerede olduğunu sordum, annem 'çiçek' olduğunu söyledi. 'öldü' de diyebilirdi ama alınmadım. eğer dört yaşındaysanız aptal yerine konmaya alışkınsınızdır. o günden sonra her hafta sözde çiçek olan babama çiçekler götürüp durduk. doğrusu onu çok özlüyorum, hem de çok.

annem o günden sonra hep siyah giydi. annemin yüzü çok uzun zaman gülmedi.

taa ki hayatımıza o yabancı girene kadar. bana yabancı, anneme kendi kadar tanıdık biri. anlamıyorum sanmayın, anlıyorum. (bu da yaşla orantısız anlayabileceğimiz şeylerden sayılabilir.) ama şikayetçi de değilim. sonuçta o benim sevdiğim şeyleri severken tereddüt etmedi şimdiye dek. bana masal okumayı, pamuk şeker yemeyi ne bileyim sürekli parka gitmeyi, suratını boyalarla maymuna çevirmemi... şimdi ben onun yüzünü az da olsa güldüren bir adamı sevmekten geri mi kalacağım yani?

her zaman fedakarlık yapan taraf anneler değildir, bazen çocuklar da çok büyük fedakarlıklar yapabilir. ama kimse bununla ilgili tek kelime etmez, o başka.

-yapmayı en çok sevdiğin şey ne anne?
-seninle birlikte uyumak birtanem.

ışığı kapatıp, sımsıkı sarılıyor bana. gözyaşları yanaklarından kollarıma damlıyor. gözyaşlarıyla yıkanıyorum her gece, ruhu duymuyor. şimdi söyleyin bana, benim için kaç farklı gelecek söz konusu olabilir? bazı çocukların yürüyeceği yol en başından bellidir, çünkü o yol bir annenin göz yaşlarıyla çizilmiştir.


27 Eylül 2011 Salı

zamanın dışında 2

yavaş yavaş, usul usul aşık olmuştum ona. güzel bir ninniyi dinlerken, sessizce uykuya dalmak gibiydi sanki. bir erkeğin hayatında tek bir kalıba sığdırmanın hata olacağı kadınlar vardır. kimi zaman bir anne kucağı gibi gelir sana, kimi zaman elini kavrayarak güç aldığın bir dost belki. kimi zaman da kendini kaybettiğin, sıcak sevgili teni. beraber büyüdük. birbirimizi doğru yerlere koyamadığımız sancılı bir sürü yıl geçirdik. çünkü biliyorduk, 'biz'i bir kavrama sığdırmak haksızlık olurdu, noksan olurdu.

beraber yapamıyorduk, olmuyordu. hem kendimize hem birbirimize zarar vermeyi misyon haline getirmiştik adeta. garip gelebilir ama bu aşkımızı daha da körüklüyordu. daha büyük bir tutku haline geliyordu gün geçtikçe. onsuz nefes almak mı? asla. onu özlemek için saatlere ihtiyacım yoktu benim, dakikalarla savaşıyordum. yetmiyordu, kendimle savaşıyordum. bu da yetmiyordu, onunla savaşıyordum. birlikte yapamadığım ama dışında da kalamadığımdı o benim. genelde onu suçlu bulurdum, dik kafalı asi kendi bildiğini okuyan bir ukala gibi gelirdi bana sık sık. o da beni suçlu bulmuş olacak ki, periyodik sandığım ayrılıklarımızdan birini kalıcı hale getirerek resmi bir deftere imza attı. başka biriyle hayatını birleştirdi. alkışlar, içkiler ve bir yığın kokoş insan eşliğinde. oysa yaşamak istediği hayat bu değildi, o evlilik kavramını tamamen aptalca bulurdu en basiti. dik kafalı, asi, kendi bildiğini okuyan biri olduğunu gördünüz işte değil mi? delinin tekiydi.

ne hissettiğimi sormayın, tarifi yok bunun. onu sonsuza kadar kaybetmenin tarifi nasıl olabilir ki? ona uzaktan bakmanın, sürekli anlattığı o saçma sapan şeyleri bile duyamamanın, kızdığında yüzünün aldığı şekli görememenin tarifi nasıl olabilir ki? her gece başka bir adamla birlikte uyumasından bahsetmiyorum bile.

yarım adamdım ben, ölüydüm ben. sadece yaşamsal fonksiyonlarımı yerine getiriyordum ben. ama haberini alıyordum, gizlice takip ettiğim de oluyordu. başkasının ellerini tutan pamuk parmaklarını seyrediyordum. yorgundu, git gide de yoruluyordu, yoruldukça olgunlaşıyordu. peki beni unutmuş muydu?

ondan ayrı geçirdiğim tam altı yıl. altı yıl. dile bile kolay değil. kendimi mutsuz bir hayatın akışına bıraktığım altı yıl. her şeyi anlayabilirdim; trigonometriyi, çift katlı integralleri, uzaylıları hatta faşistleri bile ama hayatın bize felaketlerle mucizeleri aynı anda sunmasını anlayamıyordum bir türlü. yahut tam bitti derken her şeyi yeniden başlatmasını...

yıllar sonra ellerimi yeniden tuttu, yeniden başını omzuma koydu. ağladıkça ağladı. sonra sustu, yüzündeki çizgiler konuştu. sustu, saçındaki beyazlar konuştu. bir sürü acının üzerine yeni bir gelecek kurmak çok zordu, kurmadık zaten. hiçbir şey yapmadık, sadece acı çekmeye devam ettik. ama nihayet birbirimizi seçerek...

şimdi bütün bir geceyi beraber geçirdikten sonra istemeye istemeye kendi evime döndüğüm o anlardan birini yaşıyorum. kendimi hiç de ait hissetmediğim kendi evime. kapıyı açtığımda her zamanki anlayışlı bakışlarla karşılaşıyorum, vicdan azabımı bin kat arttıran o bakışlarla. başımı o bakışların sahibi olan kadının göğsüne bastırıp hıçkıra hıçkıra ağlıyorum.

'yapma lütfen, evlilik yıldönümümüzü ilk kez unutmuyorsun ki.' dedikten sonra gülümsüyor. acı bir gülümseme biliyorum, aldatıldığını bilen bir gülümseme. bu kadının neden benimle birlikte olduğunu en başından beri anlayamıyorum.

evet, ben aşağılık bir adamım.

21 Eylül 2011 Çarşamba

son

sen ve ben; muhakkak, olacak iş değildi. sen ve ben; 'biz'in ya tutarsa ihtimalinin binde biriydi. sen ve ben; benim kulak tıkamalarımdan ibaretti. sen ve ben; şüphesiz hüsnü kuruntularımın en kuvvetlisiydi. sen ve ben; gerçeğe teğet bile geçemedi.

sana en son ne zaman 'canımıniçi' demiştim? çok mu geride kaldı? oysa ne içten söylemiştim.

o gece beraber uyumuştuk? hatta bu bankta beraber oturmuştuk? başımı omzuna koymuştum? yanlış mı hatırlıyorum?
burası benim en sevdiğim sokak. beraber de geçmiştik? hani elimi tutmuştun? uyduruyor muyum?
isteyince çok güzel konuşuyordun. konuşmak değildi onun adı, içimi okşuyordun. gaipten değildi o sesler, yanılıyor muyum?
benimle yaşadıklarını hatırlamıyorsun, mikroskobik bir hatıra bile değilim yakın geçmişinde. rüyanda görsen, yüzümü çıkaramazsın. belki bir yanılsamayım. çok mu abarttım? evet, bir hiç olabilirim sadece.
sen kelimelerle cümle kurmuyorsun, sen kelimelerle cinayet işliyorsun. adam öldürüyorsun. anıları öldürüyorsun. yavaş yavaş, acı çektire çektire.

hissettiğim bambaşkaydı, söylemiş miydim? ahh tabi ki söylemiştim. her fırsatta söylemiştim.
başka her fırsatta söyleyen olmuş muydu? başka bu kadar ağlattığın olmuş muydu? başka birinin daha canınıniçi olmuş muydun? aslında karşılık bekleyen ama hiçbir şey yapmamana da razı olan birini tanımış mıydın? peki daha önce de hiçbir şey yapmamak yerine, can yakmayı tercih etmiş miydin? daha önce de beş gün düşünüp iki kelime ikram etmiş miydin? asıl en önemlisi, daha önce de başka birine bu kadar güzel kokmuş muydun?
sen hep sevilen olursun değil mi? ben zaten kurallarına karışmadım ki, çok fazla çok büyük sevdim seni. 

tırtıllar nasıl ölür biliyor musun? sandığın gibi öyle beşeri felan değil, o bir tırtılı basite indirgemek olur. bir tırtıl sadece yalnız kaldığı zaman ölür. bir tırtıl sadece bir diğer tırtıl onun elini bıraktığı zaman ölür. aslına bakarsan tırtıllar kelebek olmaya hep baş kaldırmışlardır zaten. tırtıl olarak ölüp, sonsuza kadar tırtıl kalmayı yeğlemişlerdir. tırtıl olmak hakikaten zor zanaattir.

velhasıl-ı kelâm bir tırtıl çok önce öleceğini anladı. ve kırılmış kalbini bana bırakarak tarafımdan son yolculuğuna uğurlandı. 

16 Eylül 2011 Cuma

söyleyeyim dedim

katlanılması zor bir insan olmanın güzel bir yanı var. etrafında daim bulunan insanların sana olan sevgisinden gerçekten eminsin. sana rağmen seninle birlikteler yani. bu cümleyi böyle düzgün bir şekilde değil de (belki hala düzgün değildir.) çat pat bir şekilde dile getirdim ve yanımdaki canlarıma da mantıklı geldi.
katlanılması zor bir insan olduğumu düşünüyorum, gerçekten böyle düşünüyorum. 'yo hayır değilsin.' gibisinden bir cevap umduğumdan değil yani. kaldı ki bu yazıyı okuma ihtimali olan insanların da bana 'yo hayır değilsin.' demeyeceğinden eminim. (burada gülen surat var.) yazıya niye böyle başladım bilmiyorum. ama 'nasıl başlasam bilemiyorum.' dan iyidir diye düşünüyorum?

bugün hayatıma girmesiyle çıkması tez olan bir arkadaşımla ufaktan bir veda konuşması yaptık. 'beni unutma emi?' dedim. tereddüt etmeden 'asla' dedi. unutmayacağına inanmadım aslında ama 'asla' demesindeki saflığa ve temizliğe inandım okurken. geçmişimiz (!) film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. kısa zamanda yanımda yer edinmesi, güvenimi kazanması, yeni ortamdaki karmaşıklıktan arkadaş olma çabasından beni kurtarması, beşyüzes maceraları, öylebirgeçerzamanki izleme seansları... (bir erkek neden büyük bir ciddiyetle öylebirgeçerzamanki izler ki?) ben bunları düşünüp gülümserken bir mesaj daha geldi. 'keşke böyle olmasaydı.' dedi. 'dün dünle beraber gitti cancağızım.' diye cevap verdim ama aslen ben de 'keşke' dedim içimden. kısa çaplı bu hüznümü de bilin istedim.


son olarak kanayan bir yaramıza parmak basmak istiyorum. düğünlerde biz kızların bekar oğlu olan annelerden çektiği çile niyedir anlamıyorum. bir an düşündüm de sadece bizde olmuyordur umarım öyle şeyler? çünkü usturuplu insanlarız esasen. neyse işte, malum olay bu kez de bir amcayla aramda gerçekleşti.
-maşşallahh ne kadar da büyümüşsün. ne zaman geliyoruz istemeye?
-beni mi?!??!!!?
-evet seni.
-hangisine??

ağzımdan kaçtı vallahi. umarım duymamıştır. duyduysa, çok usturupsuz davranmışımdır. maazallah 'bey bu kız ailemize göre değil' felan olmuşumdur. evde kalmışımdır, yanmışımdır.

14 Eylül 2011 Çarşamba

mektup

yürekten sevdiğim,

işittim ki sana olan sevgimden şüpheye düşmüşsün, üzülmüşsün, karalara bürünmüşsün. bilirim gönle aşk hakim olunca mantık elden gider lakin; sorarım sana, tek taraflı aşk mümkün müdür? bir bilsen ne kadar yıktığını, ne kadar dağladığını içimi. ama suçlayamam seni bilirim, kabahatin büyüğü benim.
ben sevildiğimden gözüm kapalı eminken, senin yüreğine şüphenin zerresi düşüyorsa, vebalimi inkar edemem sevgilim.
kendi hallerime, dünya dertlerine bunca dalarken; yüreğimi unutmuşum, beraberinde seni erteleyip durmuşum. ne yapsam bilemedim bal gözlüm, kafamı nerelere vursam bilemedim. zaman öyle kör olasıca bir şey ki, geriye sarması mümkün değil. çaresizliğim boyumdan büyük. nasıl düşerim böyle bir yanılgıya, nasıl yüzünü asmana sebep olurum senin. oysa ben sende var oldum, oysa ben sende can buldum. ben sende bir mucizeye tanık olup, aşka durdum. gel gör ki şimdi kahroluyorum. maşuğunu üzen âşığın cennette yeri mi olur... sanmıyorum.

umudum, ışığım.. içim seninle dolu, seninle bütün. ben cennete giden yol sanıyordum seni, oysa cennetin ta kendisi imişsin. sensiz kalıp tutuşmuşum kendi cehennemimin ateşinde! oysa ben aşkının ateşini istiyorum kor olmak için. bir pervane olup yüreğine konmak için. affet ne olur! affet ayaklarına kapandığım! affet, gözlerinde göremezsem o sevinci yaşayamam ölürüm. affet, senin nâzende yüreğini inciten dilim lâl olsun benim!
çok işaret vardı, çok yoldaş sesi vardı amma kavrayamadım yemin olsun. bazı şeyler gerçekten uygun zamanı bekliyor sevdiğim. ve inan ben o uygun zamandayım. affet, hayatımın görkemi affet!

bilirim ki gözünde inandırıcılığımı kaybetmedim. sendeki yerime ve tertemiz günlerimize güvenerek söylüyorum ki; senden öte kimse yok şu aciz yüreğimde. sen gönlümden içeri girdiğinden beri, ben bambaşka bir ben oldum, tamamlanıp şad oldum. şimdiye dek ne aklıma geldi ne dilime, senden gayrısını o tahta yerleştirme düşüncesi. ben bu yolu seninle tamamlayacağım, seninle başladım seninle son bulacağım can yoldaşım.

güzel gönlünün yüceliğine sığınıyorum, dizlerine kapanıyorum. gözyaşlarım buse oluyor yüzünün her bir köşesine. ılık ılık öpüyorum seni. avuçlarımın içine alıyorum ellerini, sıcaklığını hissediyorum doya doya. o eşsiz suretine bakıyorum. tanrının varlığına bir kez daha inanıyorum. sana sığınıyorum ey sevgili! affet bu vefasız sevdiğini... affet, bak hazır mevsim hazan olmuş. affet, bir elma tam zamanında kopup, yerini bulmuş.

sana yakışanı, seni cananı belleyenden esirgeme sevgilim...

13 Eylül 2011 Salı

günahı boynuma


ben çok seviyorum sevince. o insanın hayatımdaki konumu umrumda olmuyor, siz ister ona anne deyin, ister abi, ister sevgili, ister yoldan geçen biri. ilgilenmiyorum. ben sevdiğim insanı
kalıplardan kurtarıyorum, en fazlasından 'insan' olabilir bürüneceği kalıp benim için. ve onu 
koyabileceğim yer sadece ve sadece canımın en içindedir mesela. ben seviyorsam hakkını vererek seviyorumdur, acı çekiyorsam hakkını vererek çekiyorumdur. yoğun yoğun yaşıyorumdur. ben sevdiğim insanı 'keşke onu doğuran ben olsaydım.' diyebilecek kadar çok seviyorumdur. anne, baba, eş, dost. ne fark eder ki? kim ne derse desin, sevgimden rahatsız tek bir yârenim var mıdır bilmem ki? tavsiyem bölmeyin sevgiyi, parçalamayın sevgiyi. yazık etmeyin ona emi?

"aşktır aralarındaki. zamanın, mekânın ve cinsiyetin sınırlarını çoktan aşmış, bu aşkınlıkla
âşkın kaynağına dayanmış, küstah nazarlarca kavranması mümkün olmayan bir âşk.
anlamayanlar da anlayışsızlıklarında mazur, nereden anlasınlar ki?"

6 Eylül 2011 Salı

beni vur

buradan kimse duymaz sesimi, ama ben seslendim diyip vicdan rahatlatırım belki. sayıklıyorum. ben sade sayıklıyorum. cümleler yok, kelimeler var. seç beğen al. istediğini özne yap, istediğini cümlenin dışına at. beğenirsen senin olsun. ben attıklarınla da devam ederim. zaten hepimiz cümle dışı unsur değil miyiz birilerinin hayatında? damara bağlamasam da olmaz. ama hakikaten olmaz. ciddiyim bak.

-yerçekimi diye bir şey var. yerin dibine yapışmışken daha net hissediyorum. ve çoraplarımı farklı farklı giymeyi seviyorum. freuda saygım sonsuz ama bence bazı şeyleri çok abartıyor.- 

çok mu şey istiyorum? dürüst olmak gerekirse çok şey istiyorum. ama en umutsuz anlarımda, isteklerimi en aza indirgiyorum. ve tam da o umutsuz anlarımda 'çok mu şey istiyorum?' sorusunu kendime sorduğumdan; şööyle bi göz atıyorum indirgenmiş isteklerime 'azıcık şey istiyorum.' diyip kendimi bir güzel aklıyorum. oysa aklanamayacak biriyim ben. cenneti versen, tanrıyı isterim ben.

-bilenler bilmeyenlere anlatsınlar. bu kez hiç olmadığım kadar yirmiyaşındayım.-

insanların susmasından çok korkuyorum. daha doğrusu nasıl desem; yıllar önce biz vedalaştık kapıda her şey olanca güzeldi. 'görüşürüz' dedi mesela iyi hatırlıyorum. ama görüşemedik, sadece bir kaç kez bakıştık. iyi veya kötü tek bir söz bekledim, yemin ederim sadece tek bir söz. ama yok gelmedi. hala sadece bu kısmına takılıyorum olayın. tek bir söz gelmedi vallahi billahi. o vakitten sonra sözün iyisi kötüsü kalmadı gözümde, söz olsundu yeterdi. ondan sen sessizliğe bürüneceğine kavga edelim yanlısıyım sanırım. çünkü susunca gideceksin sanıyorum. hiçbir şey demeden. ruhum bile duymadan. (söylemedim mi sana gideceksin diye ödüm kopuyor. söylemiş olmam lazım.) yani kendime 'kavga ettik, konuşmuyorsa bundan.' gibisinden bahaneler sunabiliyorum böyle. öteki türlü o korku yine bedenimi sarıyor. o kâbus dolu günler yine gelecek sanıyorum. (belki de gelmiştir de yine ruhum duymuyodur.) böyle psikopatça bir sürü korkum var benim. anlatamadım biliyorum da işte neyse.

ben ben işte ben. bazılarının yücelttiği, bazılarının çok sevdiği, bazılarının merhem bellediği ben, senin karşında beceriksizin biri oluyorum. bulup bulup kaybediyorum seni. bir türlü derdine derman olamıyorum, bir türlü sana kendimi sevdiremiyorum. hani kapıyı açıp kapatıyorsun sürekli görüyorum ama içeriye adımımı bile atamıyorum. anlık yer değiştirmeler yaşıyorum, en yüksekle en dip arasında basit harmonik hareket yapıyorum. başka insanlarla konuşuyorum, kendimi değerli hissetmek istiyorum. -kahrolası ego.- ama hiçbirinde senin baş döndürücülüğünden eser bulamıyorum. geri dönüyorum, bu kez de seni bulamıyorum. harmonik harekete devam ediyorum.

ansızın gözlerim tam da sana odaklıyken öldür beni. bomboş bir sokağın ortasında, filmlerdeki gibi. bendeki bu arsızlık canımı sıkıyor. ana avrat küfrediyorum kendime. beni daha fazla kendime düşman eyleme. sana yakışamıyorsam ölüme yakışayım, bir şansımı deneyeyim. olur mu olur.

5 Eylül 2011 Pazartesi

zamanın dışında

gün batımı. balkondayız, manzaraya gerek yok. benim manzaram sensin. bağdaş kurmuşum ben, sen bacaklarını uzatmışsın. üzerinde siyah bir tişört, siyah sana çok yakışıyor. ve beyaz da ve mavi de ve kırmızı da.. ama siyah bir başka. 
uzaklara bakıyoruz, halbuki uzaklarda binadan başka bir şey yok. ama biz o binaları görmüyoruz tabiki görmek istediğimizle meşgulüz. yüzünde hafif bir tebessüm var, her zamankinden farklı değil. dudağının sağ kısmı biraz daha yukarıda, sanki gamzene işaret ediyor kıvrımı. birer sigara yakıyoruz, hala bırakamamış olmanın mahçupluğuyla. dumanı içimize çekerken umut, dışarı üflerken öfke doluyoruz. ama anlayışlı bir öfke, farklı bir öfke işte. 'neyse ki yanımda sen varsın.'ın türevleyebildiği bir öfke.

uzun uzun konuşuyoruz, sonra uzun uzun susuyoruz. diyalog değil, monolog bunlar. seninle konuşurken kendimi unutuyorum. seninle konuşurken kendimi buluyorum. sende en çok neyi seviyorum biliyor musun? farkındalığı. ikimiz de farkındayız, varoluşun saçmalığının. anlamsızlığının. dayanılmazlığının. beraber büyüdüğümüzden belki de, birbirimizi kandıramıyoruz. birbirimizi mutlu olmaya zorlamıyoruz. dayatmıyoruz. hüznüm sana akıyor, sıkıca kavradığım elinden. kızmıyorsun asla, şikayet etmiyorsun. 'hüzün sana yakışıyor.' diyorsun, 'en az gülmek kadar.'

konudan konuya atlıyoruz, 'bence marx, marksist değildi.' diyorum, 'isa da hristiyan değildi ona bakarsan.' diye cevaplıyorsun. saatler süren konuşmalarımızı, susuşlarımızı bir süre sonra noktalıyoruz. yorulduğumuzdan değil, konuşma sırası tenlerimize geldiğinden sadece. beni alıp dizlerine yatıyorsun, saçlarımı seviyorsun. saçlarımdaki beyazların artık siyahlardan fazla olduğunu fark ediyorsun. gülümsüyorsun. 'üşümüşsün, içeri girelim.' diyorsun. koynunda uyuyorum bütün gece. uyumak, yanındayken basit ve huzur verici bir eyleme dönüşüyor her seferinde.

hava aydınlanıyor yavaş yavaş. o hiç sevmediğimiz ayrılış anları geliyor, o kaçınılmaz sabahlar. yüzüm asılıyor, anlıyorsun hemen, dudaklarıma bir öpücük konduruyorsun. bir şeyciğim kalmıyor.
geç kaldığımı fark ediyorum. ardından çıkıyorum evden, okulun yolunu tutuyorum. bir günümüzün daha anı olmasının burukluğu var içimde. dalgın dalgın yürüyorum. -annen değilim, karın değilim, kız kardeşin değilim. evet hiçbiri değilim, ama senin hayatının kadını benim. biliyorum.-  tüm bunları düşünürken bir kız çocuğunun sesiyle kendime geliyorum.

-anneeee!
-tatlııımm! gel buraya, seni çok özledim!

4 Eylül 2011 Pazar

pupa

bu bir paradoks olacak belki ama benim artık yazacak bir şeyim kalmadı.yazabilen insanın umudu vardır. yazabilen insan hala biraz mutludur, buna inanabilirsin.

'-yapma!
-sana ne oldu? sensiz yaşayamam.
-yaşarsın. herkes herkessiz yaşayabilir. birbirimizi boşluğa sürüklüyoruz, öldürüyoruz.
-birlikte ölelim!
-ne farkı var. istersen bahçeye bir çukur kazıp, ikimizi gömsünler.
-gömsünler, isterim.
-gömmesinler. gel otur, getirdiğin konyaktan içelim. sevdiğin kenti anlat...'

tezer özlü ne güzel kadın. beni yanına almasını istiyorum. ve seni ne denli seviyorum. seni yürekten seviyorum.

3 Eylül 2011 Cumartesi

hayalet


ölmek istiyorum, sürekli sık sık. yüksek bir yerden aşağıya bakınca atlasam mı diye düşünüyorum mesela ya da bir ilaç kutusu görünce hepsini yutmak geçiyor aklımdan. ölmek istiyorum özel bir sebebi yok, en az yaşamak kadar normal. zaten hepiniz ölmeyi bekliyorsunuz, belki bütün farkım sabırsızlığımdan. yoksa öyle acılar içinde bir geçmişim de yok, korkmayın. ama insan biraz düşününce intihar etmemek için bir sebep bulamıyor gerçekten.

-seni seviyorum. bunun nesi garip? kulaklarımı sıkıca kapadığımdan emin olabilirsin. tabiki içten içe senden dünyamı değiştirmeni bekliyorum. bu isteği bastırabilirim sorun değil, ama sana olan sevgimi bastıramam. bütün mesele bundan ibaret. seni seviyorum. bunun nesi garip?-

sevginin çeşidi olmaz, gerçekten olmaz. -benim olan her şey senin, her şey. her şeyden çok, benim olan tek şey ben olduğumdan büyük bir kabullenişle seninim. senden sakladığım hiçbir şey yok, senin dışında.-

bazen bilmek istiyorum, bütün gereksiz şeyleri. belki bütün savaşları, belki bütün tıp terimlerini ya da ne bileyim sürüngen çeşitlerini. bazense her şeyi unutmak istiyorum, dünyanın hem güneşin etrafında hem kendi etrafında döndüğünü, bir günün yirmidört saat olduğunu, isim tamlamalarının çeşitlerini.  -beni seninle kimsenin olmadığı ıssız bir yere koymasınlar. beni milyonlarca insanın arasına bıraksınlar, ben seni arayıp bulayım. en iyisini seçip önüme koysunlar ama ben yine de sana koşayım.-

belki söylediklerim mantık dışı, ama beni neyle yargılayacaksınız? birazdan sabah ezanı okunur, birazdan gözlerimden yaşlar dökülür. her gece ölüyorum, her sabah diriliyorum. gün içinde de ölmelerim olmuyor değil. ama beni ne ile yargılayacaksınız?

ona dokunuyorum diye mi kızıyorsunuz? sarılıyorum diye mi, okşuyorum diye mi? aramızdaki fark bu, siz baktığınızda iki kişi görüyorsunuz, oysa ben ona baktığımda kendimi görüyorum. kendime dokunuyorum ben, beni ne ile yargılayacaksınız? -kendimi senden ayırt edemiyorum.-

-seni seviyorum ve sevginin çeşidi yok. sahiden yok. peki ya sen beni ne ile yargılayacaksın?-

"öylesi dostluklar vardır. o dostla konuşmak, o dostla yolda yürümek, bir lokantada yemek yemek, o dostla yatmak. o dosttan gizlenecek, o dosttan saklanacak, o dostla paylaşılmayacak hiçbir olgu yoktur. ne bir cinsel boşalma, ne de cinsel organ. hayalet bu dostlardandır."

ben hiç uyumam

hep ağlıyorum hep ağlıyorum. ağlanması gereken her şeye sırayla ve yeterince ağladığımdan artık neye ağladığımı da bilmeden ağlıyorum. sorana kötüyüm demeye utanıyorum. çünkü ben çekemiyorum artık bu halimi başkası ne diye çeksinki?
yalnız fark ettim ki; hayatımdaki bazı insanlar bazı duvarları yıkamıyorlarsa, çok basit bir sebebi var; erken uyumaları. 
uyuma ne gerek var? çok mu önemli uyku? uyumasana! uyumak için önümüzde sonsuzluk var. hem belki iyi değilim?

-özel olarak... herkese mi bağımlılık yapıyorsun sen, yoksa sade bana mı? çok özledim yüzüne bakmayı.-

gece uzun madem serdar öztoptan başka kimimiz kaldı?






2 Eylül 2011 Cuma

sükut-u hayal

çok kötüyüm. alışkanlığım oldu belki de ama affet yine çok kötüyüm. nefes alamıyorum daralıyorum başım dönüyor. insan istemiyorum, insan görmek istemiyorum söyleyin boşaltsınlar etrafımı. başım yere çarpmadı ve kendime gelmek için kolonya koklamaya hiç ihtiyacım yok. söyleyin öteye gitsinler, insan istemiyorum. kendimden geçmelerim çok fazla ama göremezsiniz değil mi? ille yere mi kapaklanmam lazım.. size ille somut bir şeyler mi lazım!

inanmayın bana inanmayın. bu gece herkes çok erken uyudu, hele sen. beraber ağlasaydık derdimize, ne diye uykuyu seçtin bitanem? uyumak bize göre değil, yıllardır uzun geceleri senin sohbetlerinle atlatmadım ben? ama şimdi senin için bir şey yapamıyorum ya, çaresizliğim oluyor. işe yaramaz oluyorum, bir çöpten daha değersiz hissediyorum. oysa yanında olsam konuşsak bir güzel, 'vardır elbet bunda da bir hayır.' desem ve sen içten içe inanmak isteyip gene omuz silksen...

oysa bugün ne iyi başlamıştı, hazır istanbula gelmişim; hazır kurtulmuşum sakaryadan. sakaryadaki bol ağlamaklı beş geceden. ne çok ağladım, anlatamam. öyle karanlık öyle soğuktu ki, anlatamam. ama bugün iyi başlamıştı diyorum ya, vazgeçişlerim olmuştu mesela. sen geleceksin dedim ve de sevdiğim gelecek dedim.  yol gözlüyorum dedim. düzelecek gibiydi sanki her şey. sanki.

oysa ne çok istiyorum gece boyunca yanıma biri uzansın. karanlıktan korktuğumu bilmeyen mi var? kendi kendime yetemiyorum.

26 Ağustos 2011 Cuma

on eylül

davetiyen elimde. pek de güzel, pek de süslü püslü. özenmişsin belli, heyecanlısın belli. sen böyle şeylere takılmazdın amma hayat seni de ters yüz etmiş, o da belli.
sana ne desem bilemedim. oneylül yazıyor, oneylül. eylül ne güzel bir ay di mi?
sen nasıl bu kadar puştlaştın sahi?
ama ademoğlusun sen de nihayetinde, ben abartıp da çıkarmışım seni göklere.
ama ademoğluyum ben de nihayetinde, hata yapmak başım gözüm üstüne.
bak şimdi ben bu allı pullu kartı saklıyorum, bunlardan takriben beş altı sene sonra bir tane daha gelecek bize.
allah bi yastıkta kocatsın.
sonumuzu hayretsin.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

ürperti

dertleşmeye insan bulamadım, derince bir iç çektim.
odamın camını açtım, karşımda istanbul silüetini görebilsem bir nebze rahatlardım.
aradım bulamadım. o da kaybolmuş bu gece.
insan dediğin hep yalnız değil mi?
karanlığa doğru çakmağımı çaktım.
benim sadık yârim de sigaramın ateşi oluversin bundan böyle.

gözlerini kapama
sana ihtiyacım var.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

huzur

geri döndüm, merak eden canlarıma buradan anlatıvereyim kısacık tatilimi dedim.hani deriz ya ummadığımız dileklerimiz bir anda kabul olunca 'bilseydim başka bir şey isterdim' diye, yok hayır ben bildiğin bunu isterdim. şöyle ki;

köy mü desem kasaba mı desem -hoş nasıl ayırt edilir bilemiyorum tam- tatlı mı tatlı sakince bir yerdi.

odam tavanarasındaydı. sürekli kafamı tavana vurdum, o ayrı.

geceleri rüzgar sesiyle uyudum, sabahları hafiften üşüyerek erkenden uyandım.

en çok yaptığım şey yürümekti, temiz havaya alışık olmayan bünyem çarpılıverdi gerçi ama olacak o kadarı.

en çok yaptığım diğer bir şeyse, çay içmekti pek tabi.

sabahları bahçeden topladığımız domateslerle kahvaltı yaptım! çok güzeldi!! (evet bildiğin bunu istemiştim.)

tanımadığım insanlara 'günaydın' 'kolay gelsin' diyip diyip bolca sırttım yüzlerine.

küçük çocuklarla arkadaş oldum. beril vardı misal, güney vardı misal. çok tatlılardı.

otostop çektim, oldukça beleşçi bir şey tavsiye ederim.

çok fazla yüzdüm çok, kendimi kaybedip upuzaklara kadar.

bir sürü kahkaha attım, bir de hep bağıra bağıra konuştum. ('anasını avradını buz gibiiii laaan!' diye bağırmam sahilde en çok gülücüğü toplayandı sanırsam.) yüksek sesle konuşmak bana iyi geliyor, garip evet.

101 oynamayı öğrendim. (bu cümle gideceği yeri biliyor.)

bütün hafta boyunca saçlarımı en tepeden topladım, öylece dolandım.

uyudum tabi en önemlisi bu, ortalama altı yedi saatle kendimi aştım.

hayatımda ilk kez bir köpeği sevdim, öyle tatlı öyle yavruydu ki eşşek sıpası!

sonra parmağıma kocaman bir yusufçuk kondu, hiç bile korkmadım. bağırmadım çağırmadım.

aldığım ilacı günde yarıma düşürdüm.

canım kadar sevdiğim bir ufaklığın bana -önüne ismimi koymadan- 'abla' diye seslenmesi her defasında içimi okşadı. kara böcüğüm benim.

ve de o kadar çoook yemek yedim ki, o kadar çok yani! pişman değilim hiç de, pişkinim gayet.

bronz bir tene olan manyaklığımı söylememe gerek yok, zira beni bilen biliyor değil mi? tabiki de yine çingeneler gibi karardım. sadece bunun için bile apayrı mutluyum.

ister inanın ister inanmayın, gözlerim deniz ve güneşin etkisi birleşince yeşile yakınsıyor. (vallahi billahi. tam yeşil değil de yani. tamam tamam ela olsun hadi.)

sadece iki farklı numara çevirdim telefonumdan. biri tahmin edebileceğiniz gibi sevdiceğimdi. diğerine de birkaç sayfa yazı yazmıştım oradayken, fakat dün tuvaletin deliğine atıp üzerine sifonu çektim. sağlık olsundu. buna rağmen beni gerçekten merak eden her zamanki güzel insanlarım halimi hatrımı sordular zaten. buradan onlara selam olsun.

içimde bir burukluk var doyamadım sakinliğe. fakat o burukluğu büyük bir heyecana çevirecek şey de çok yakınımda. yarın gece sevdiceği görmek için yola çıkıyorum a dostlar. öyle çok özledimki! biliyorsunuz gerçi.
ne diyeyim hayat bazen gerçekten güzel oluyor. benim için sağlıcakla kalın emi?

6 Ağustos 2011 Cumartesi

sükût

ben şimdi gidiyorum ama öyle çok uzağa değil.
belki çok güzel bir tatil olur, belki sıkıcı; umrumda değil.
belki kafamı toplarım, belki daha beter dağılırım; hiç sorun değil.
meselemiz apayrı. bak yüzümdeki gülümsemeye, tezatlıklar var içinde. görebiliyor musun?
öyle önemsiz hissediyorum ki kendimi, öyle basit, öyle sıradan. bu kötü bir şey değil, bu küçük çaplı bir aydınlanma anı diyelim. kötü olan; her aydınlanmaya böylesine dikenli yollardan varabiliyor olmak. bak üstüm başım kan içinde. görebiliyor musun?
görebiliyorum dersen, görebilene ayıp etmiş olursun.

geceleri uyuyamıyor olmamın türlü türlü sebepleri var. şimdi kapat gözlerini ve bu şarkıyı dinle.
bir günün yirmi dört saat olduğunu ispatlayacağım kendime, bu şarkı eşliğinde.

5 Ağustos 2011 Cuma

ütopya

mütevazi bir hayat yaşamak isterdim.
deniz gören küçük bir evde, küçük bir kasabada. domatese para vermemek isterdim mesela, bahçemde yetişsin, toplayayım sabahları taze taze. yakın olmak isterdim toprağa, böceklere yaklaşabilmek, hayvanlara korkmadan dokunabilmek isterdim sonra.
çok para kazanma derdim olmadı hiç. güzel bir arabayı değil de güzel bir bisikleti sürebilmeyi tercih ederdim. sevdiğim insanlar etrafımda olsun hep, yani yürüme mesafesinde. bir araya gelip rakı sofraları hazırlayalım ya da nargileyi alalım önümüze, bağdaş kuralım yere. memleketi kurtaralım oturduğumuz yerden, bir işe yaramayacağını bile bile. romayı yakalım yahut tanrıyı öldürelim, özgür olalım.
okuduğum kitaplar, dinlediğim insanlar olsun isterdim okulum. saçlarımı dışarı çıkacağım diye değil de sırf canım istiyor diye yapmak isterdim mesela. bir kitabevini  ya da bir çay bahçesini işleteyim; bağlı olmayayım, mecbur hissetmeyeyim, sıkılınca çekip gidebileyim, sonra da isteyerek tıpış tıpış geri dönebileyim isterdim.

cenneti bulmuş olurdum, ölsem de gam yemezdim sanırım. ama sistemin dişlerine takıldım bir kere. her sabah kalkıp okula giderim, koştururum. not uğruna edinirim bilgileri. sonra iş hayatına atılırım. çok para, güzel ev, güzel iş, güzel araba uğruna harap ederim kendimi. sonra bir bakarım son durağa gelivermişim. sonra bir bakarım istediğim hayatın kıyısından köşesinden bile geçememişim.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

eskinin dirilttiği bir ölüyüm

"new is always better." ??!!
yok öyle bir dünya! yeni nasıl daha iyi olabilir ki? hangi yeni eskinin sıcaklığını içinde barındırabilir ki? eskinin acı tatlı anılarını. eskinin o eşsiz tadını.
eski bambaşkadır. adı üstünde yıllanmıştır, yıllandıkça tatlanmıştır. eski elini hiç bırakmayan, seni tutup masal masal dolaştırandır. eski, kendini anlatmaya çalışmadığındır.
"neyin var?" diye sorduğunda "hiçç." desen de yutturamadığındır. gözlerinle konuşabildiğindir. ağlarken, gülerken, konuşurken çekinmediğindir.
ha belki diyeceksiniz ki, eski de bir zamanlar yeni değil miydi? tabiki yeniydi. ama o eskiler yeniyken, ben de yeniydim. eskilerle birlikte doğdum, eskilerle birlikte eskiyip var oldum.
eski dedim diye aldanmayın. onlar dünüme bugünüme nasıl işledilerse, bana yarını aynen öyle vaat ettiler. yarınıma sebep oldular.

yoksa bu anasını sattığımın dünyasına ne diye katlanayım bu kadar!

2 Ağustos 2011 Salı

sevgili monte cristo,

ne zamandır yazmıyorum sana? ya da ne zamandır düşmüyorsun sahici sahici aklıma. esiverdi yeniden, bu saatlerde hep kötü kötü eser zaten, açıp resimlerine baktım. resimlerinize mi demeliydim? gözlerin hala çok güzel. kapkara. belki fonda çalan -ahmetkaya- yüzünden, belki gözlerin yüzünden, içim cız etti birden. hem söz unutulur, göz unutulmaz demişler değil mi?
gelişme var bence baya bildiğin. çok nadir içim cız ediyor artık, kan ağlamak falan geçmişe gömüldü. şöyle bir yoklayıp geçiyor sızın arada. sanki parmağım kesilmiş gibi bir sızı işte. abartmaya ne hacet?

başım dönüyor, bana bir gün beni anlayacaksın demiştin ya... seni çok iyi anlıyorum. seni çok iyi anladıkça, başım daha bir şiddetli dönüyor. ben içime gömdüm 'neden'leri, 'niçin'leri... sormuyorum artık, kurmuyorum artık türlü türlü senaryoları. 'eğer geri gelirse'ler, 'elbet bir gün karşıma çıkacak'lar ilişirse zehirli anılarla aklıma şayet, gidip biraz ölüyorum. kızmıyorum, inan kızmıyorum sana. affettim mi? bilemiyorum.
aman mutlu olsun diyecek kadar iyi kalpli değilim.
sana bir şey olduğunda sevinecek kadar kötü kalpli de değilim.
araftayım be çocuk. araftayım.
tamam sevgi hiç olmadı zaten, tamam aşk da tek taraflı olmaz deyip vazgeçtim çoktan senden. ama...
'gözüm yaşarıyor, yüreğim yanıyor; olmasaydı sonumuz böyle.'

-kaç yaşındasın sen?
-onbeş.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

mayısikibinonbir

biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. beni anlayabilir misin?
beni anla lütfen. aslında ben hep yalnızdım ki zaten.
güzelce duvarlarım vardı sapasağlam. sonra sen gelip onları yıkmaya başladın birer birer. seni suçlayamam, sana izin veren ben değil miydim hem? üstüne bu duvar yıkma eylemi karşılıklıydı alenen.

yavaşça birbirimizin duvarlarını yıktık!
oysa hatırlasana biz o duvarlar için yıllarca emek harcamamış mıydık?
her yeni darbede üstüne bi tuğla daha eklememiş miydik?

birbirimizi bulduğumuz an ne senin için parlaktı, ne de benim için. ikimizde biliyoruz. ama tutup aramızda aşk yok, hepsi hepsi zamanlamanın etkisi diyecek değilim ya? yanlış olur, ayıp olur. haksız mıyım? hem aşk dediğin böyle başlamaz mı? yani tabi bence. böyle parlak olmayan, karanlık gecelerde. doğru zaman. doğru zaman?

yalnız kalmaya ihtiyacım var. ama cesaretim yok.
-bir kimsenin duvarlarını yıkıyosan, ona yeni bir yaşam alanı yaratmalısın.-
sen çok çırpındın biliyorum ama sanırım yarattığın yaşam alanı benim nankörlüğüme yenik düştü. şimdi de ben çırpınıyorum, bi bardak suda yaşamaya çalışan balık misali.
mutsuzum diyemem bak işte bu da ayıp olur. çünkü çok güzel gülüyosun. hepsi kuruntudur belki? sadece etrafımdaki ilişkilere paralel bi son yaşamak istemiyorum. kim ister ki?

hayatımın büyük bir çoğunluğu doğru hangisi diye düşünmekle geçti. sırf bu kadar çok düşünmek yüzünden ne kadar çok şey kaçırdım, bilemezsin.
halbuki yaşa gitsin di mi? ama içimden bi ses? bi ses rahat bırakmıyor. düşmüyo yakamdan. tamam mutsuz değilm.
ama mutlu da değilim.
alışmaktan korkuyorm.
bunu bi yaşam biçimi olarak benimseyip sana da kendime de hayatı zehir etmekten korkuyorum..

25 Temmuz 2011 Pazartesi

sel

ağlamana sebep olan insanların kaçı sen ağladığın zaman elini tutacak kadar yüreklidir? bi düşün bakalım.  kimse kendi sıçtığı boku kendi temizleme zahmetinde bulunmaz kaba tabirle. bütün bu kirlilik de bundan sebep zaten.
ama daha vahim bi sorunumuz var;
ya sen; ağladığın zaman yanında olan insanı, ağlamana neden olan insandan daha üste koyabilecek kadar yürekli misin peki? bi düşün bakalım. ya da hiç düşünme, cevabı belli. kabahatin tümü olmasa da büyük bir kısmı senin cancağızım. ama kendi düşen ağlamaz demem sana, diyemem. esas kendi düşen ağlamalı, hem de bağıra çağıra. kendi kendini ayakta tutmayı bile beceremediği için.
esas kendi düşen ağlamalı ve ağlamasına sebep olduğu için de kendi eline sıkıca sarılmalı.
ve ağlayınca avucunda sadece kendi elini bulduğundan, kendini tüm herkesten ön plana koymalı.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

ayıp şeyler

ayıp şeyler oluyor, senin haberin olmayan garip şeyler oluyor. ilginç anlaşmalar var etrafındaki insanlar arasında. ilginç toplumsal anlaşmalar. yaşayarak öğreniyorsun anca. annem kendisi demedi mi "psikoloğa gitmek ayıp bir şey mi? herkes gidiyor kızım nesi garip bunun?" diye. peki caaanım anneciğim antidepresan kullanmak ayıp bir şey mi?
neden "ne ilacı kullanıyorsun?" sorusuna üşütmüşüm dememi istedin? kötü bi intibaa bırakıyor insanlarda diye mi?
hadi seni bi derece anlarım caaanım anneciğim. peki akranlarımın seninle aynı düşüncede olmasına ne demeli?
hadi onu da bir derece anlarım diyeyim. "ne ilacı kullanıyosun?" sorusunu duyup duraksamama ve "ilaç işte" dememe ne demeli?
midenin başının ağrıması garip değilken; ruhunun kanaması neden bunca garip?
bilemedim.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

beyaz şekerler

bi daha sizinle görüşmek istemiyorum sevgili bok bey. ve verdiğiniz şu haplar, hayata tahammül hapları.
bilemiyorum duygularımı aldırmak istemiyorum ki ben. hem bunun için genç sayılmaz mıyım? problemi beni uyuşturarak mı çözeceksiniz? yalnızca ertelemek değil mi bu? saçmalık. beni korkularımın gereksiz, yersiz, aptalca olduğuna inandırabilseydiniz keşke.
biliyo musunuz sorun ne? aynı korkular hepinizin derinliklerinde bi yerde. karanlık odanızı açmak mı istemediniz? anlarım. o zaman başkalarının karanlık odalarına da saldırmayın.
o küçük hapların da, sizin de canınız cehenneme.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

insanız, hoş gör.


tam toparlandım sanırken tekrar aşağıya yuvarlandım. korkuyorum çok korkuyorum. herkesin korktuğu şeylerden herkesten biraz fazla korkuyorum. kendimi sevmiyorum. kendimi ne diye seveyim. kendimi sevmek demek hatalarımı sevmek demek. hatalarımı ne diye seveyim? bazen hamurumun günahlardan yoğrulduğunu falan düşünüyorum. bazen etrafımda kimseyi bulamıyorum. bazen etrafımdakilerin dışındakileri etrafımda görmek istiyorum. ben bazen çok nankör oluyorum.
bana benimle ilgili iyi şeyler söyleme, zekama hakaret etmiş olursun diyorum. inadımla uğraşmaktan şuanlık vazgeçiyor. bu kızı bu yüzden çok seviyorum.
hayatın manasız anlamsız bomboş olduğu farkındalığı yediyirmidört beynimin içinde dönüp dolaşırken, ne aşk uyuşturabiliyor beni ne edebiyat ne de pembe pembe hayaller. gidip öleyim ben. daha iyi.