31 Ekim 2012 Çarşamba

yeditepeliaşk

kalabalık görünüyor sokakların,
adımımı attıkça tenhalaşıyorsun.
hücrelerine ayırıp,
kaldırımlarına savuruyorum bedenimi;
kaldırılmayı beklemeden.
önce direniyorsun
ama kayıtsız kalamıyorsun,
şevkatle açıyorsun kollarını.
yaralarıma dokunuyorsun.
yaralarımdan öpüyorsun..
hiç vakit kaybetmeden
soluğunla dolduruyorum ciğerlerimi..

yedi ayrı tepeden bakıyorum sana,
yedi ayrı cennet oluyorsun.
gözyaşlarımı akıtıyorum,
'bunlar destanlara konu olacak
hazinelerim benim' diyorsun,
sularına gömüyorsun.

demli bir çay getiriyorsun masama,
kulağıma masallar fısıldıyorsun,
'kız kulesine sevdalanmış galata kulesi.
kavuşsalar ne güzel olurdu' diyorsun
suratını asıyorsun.

yanıma gel diyorsun.
ben adım attıkça;
sen 'İstanbul'laşıyorsun.

9 Ekim 2012 Salı

belleğime kazıdığım cümlelerin yeni baştan formülize edilmesi. hiç üşenmeden ispata girişilmesi.
beynimin kendini şaşırmış hücrelerinin kaosa bu denli meyilli olması. hepsi geç kaldığımdan.
hepsi çok geç kaldığımdan.

3 Eylül 2012 Pazartesi

soluk

inanmaktan yoksunum nicedir.
bana şiirler yazma,
şarkılar yazma bana,
boş bir kağıdı,
dimağına mahkum edip de
yollama sakın bana.
aşk ille dudaklarının arasından çıkacaksa,
ille bir kağıda düşecekse izdüşümü;
soluğunu koy bir zarfa,
masumiyetin en katıksız halini
öylece gönder kapıma.


1 Eylül 2012 Cumartesi

...

kelimeler bazısının kalbine uğramaz,
doğrudan akar dudaklarına.
belki bir yaradılış problemidir,
belki öç almaktır hayattan,
belki de kötü huylu bir tümördür bu,
kim bilebilir?

26 Ağustos 2012 Pazar

mutfak

annemin başlıca takıntıları vardır.
-çaydanlığın üzerindeki su lekeleri.
-mutfak dolaplarındaki parmak izleri.
-yumurta ve tavuk kokusu. (köküne çamaşırsuyu dökün %100 çalışıyor.)
-son olarak, ocağın kirli olması.

bazen bütün sıkıntılarının bunlar olduğunu düşünüyorum. bazen de bütün sıkıntılarını bunlar aracılığıyla dışarı döktüğüne inanıyorum. bir nevi hedef şaşırtma diyebiliriz buna. eğer canı çok sıkılırsa mutfağa geçip en baştaki sandalyeye oturur ve bir sigara yakar. eğer ağlamak isterse yine aynı sandalyeye geçer, fakat bu kez ışıkları yakmaz. eğer çok mutluysa hiç üşenmeden bildiği en güzel yemeği yapar, hatta yemekleri tabağa koyarken bile süslü püslü afili olmasına dikkat eder. dedikoduyu bile en çok mutfakta yapmaktan zevk alır. mutsuz olduğu zamanlarda da 'yemek yapmadım bu akşam, başınızın çaresine bakın.' diye söylenir. ruh hallerini mutfaktaki konumundan anlamak, onu bir bilinmeyenli bir denkleme indirgiyor resmen.

bir kadını mutfağa bu kadar bağımlı yapan şey her neyse, ben o şeyden nefret ediyorum.

23 Ağustos 2012 Perşembe

-ben güvenirim; katıksız güvenirim.
o kişi güvenimi kötüye mi kullandı?
beni aldattı mı?
kandırdı mı?
hemen bilirim.-

11 Ağustos 2012 Cumartesi

göz açıp kapayıncaya kadar

ama bütün kelebekler intihar etti bu gece.
şimdi ben bu hissettiğime alışkanlık bile diyemem ki, nasıl avunayım?

ben şimdi ölsem en fazla kahvede çayım soğur, bir de o var tabi.

3 Ağustos 2012 Cuma

bilinçaltımın oyunlarıyla savaşmaktan hayatıma devam edemiyorum. düşünmeyip göz ardı etmek, çok derinlere hapsetmek; hayata devam edebilmenin sırrı bu mu? peki ya didiklemek, didikledikçe mutsuzluğa mahkum olmak? varoluşçuluğun ısrarlı yılışıklığı.. belli ki öznel gerçekler bunlar. kendine birini seçmelisin, mutlak bir doğru yok. belki hiç olmadı da. hastalık hastası olmakla, laylaylom sınırlarında dolanıp durmak. insan durup düşünmeye kalkmasın manasızlığına çarpıp yere düşüyor bu kazıkların.
çok sıkıldım be yavrum. basitle karmaşa bu kadar iç içe girmemeli. daha net olamaz mı her şey.. 2.5 derece miyopum hali hazırda.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

yazmak bir eylem.
yaşamak da öyle.
ikisini aynı anda yapamıyorum.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

yalancı mahmut

yalan söylemiş orhan veli,
her sabah uyanıp bakıyorum,
gökyüzü hala gri.
deniz yırtılıyor 'çoğu' zaman,
bekliyorum, yok diken biri.
dalga geçen tanrılarım var sadece,
'mahmut' değil isimleri.

bir aşk düşünürüm başımda,
kelebekleri midemde,
ne halt edeceğimi bilemem
yalan söylemiş orhan veli.



18 Haziran 2012 Pazartesi

kırıntılar

nadasta unutulmuş bir toprak. ya da kırılan bir kadehin kuytuda kalmış cam parçaları. kim bilir, kimin ayağına batacak? umudu ekmek belleyemeyecek bir fakirlik. nasıl da yapışmış üzerine, hissedebiliyor musun? varoluş bedeninde hapis mi hala? 'öteki' ve 'beklenti' baş köşesinde mi lûgatının? yine de sıkıca sarılmışsın silahına, savaş meydanı ortalık. kan gövdeni götürüyor, bir özkıyım bu, göremiyor musun? hayallerini aldırmak için geç kaldın. dünya piç nüfusuna katkın çoktan hazır. yorulma, senden onlara ne ana olur, ne de baba. cebindeki tüm iyelik eklerini boşalt., oksijen israfısın, hacet yok inkara.

5 Haziran 2012 Salı

mavzer sesi

bir mavzer sesi çınlamalı
altından parmaklarında mantığımın.
parçalanmalı prangalar,
dillerinde özgürlük şarkılarıyla
beynimin kıvrımlarına dökülmeli,
esir ettiğim duygular.

bir mavzer sesi çınlamalı,
yüzyıllık gettomun duvarlarında.
sağır etmeli kulakları.
'mantık' dediğin bir diktatör!
yıkılmalı saltanatı
ve leşi serilmeli yere
varsın olmasın saygımız
ölüye; bir kereliğine..

bir mavzer sesi çınlamalı,
ilk kurşunla geliyorum..
durma, aç kapılarını!

4 Haziran 2012 Pazartesi

31 Mayıs 2012 Perşembe

hep dedim ama hiç bu kadar iliklerimde hissetmedim. etrafımda nasıl insanlar var böyle?
çok yalnızım ağzına sıçayım.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

üstâd

"elinden gelenleri tüketti,
yoksa dayanamaz daha fazlasını yapardın.
umudunu içti,
yoksa daha çok pollyanacılık oynardın.
emeğini görmezden gelebilecek kadar nankörleşti,
yoksa sen onun elini bırakmazdın.
geçmişinizi çiğnedi ya en son, senden vazgeçti,
anladın ki temellerinden çürümüş köprü:
kimsenin canını tehlikeye atamazdın,
o yüzden o dinamiti patlattın,
yoksa sen kıyamazdın, köprüleri yıkamazdın."

allahıım, beni senden sonra en iyi tanıyan insan bu kız galiba. ve sen bana böyle kötü anlarımda zeynep'i hatırlatarak; "gözüne dizine dursun, daha ne istiyorsun." demek istiyordun hep sanırım. ben anlayana kadar kasıştık epeyce karşılıklı, geç olsun güç olmasın ama dimi?
teşekkür ederim.

24 Mayıs 2012 Perşembe

söz

ama 'söz vermiştin?' diyecektim ki, verdiği hiçbir sözü tutmadığı aklıma geldi.
canı sağ olsundu.

22 Mayıs 2012 Salı

bana iyi gelecek tek bir adam var, asla oturup sohbet etmeyeceğiz. çünkü yüzünü gördüğümde ona yüklediğim anlamlar cümle dışı unsur oluyor. payıma düşen kontrolsüz kurduğu cümleleri ayıklayıp, kendime mesajlar çıkarmak.
bana iyi gelecek tek bir kadın var, çoktan çürüyüp toprağa karıştı. adıyla böcekleri aynı cümlede kuramam, olsa olsa çiçek olur ondan.. hüzünlü bir çiçek.
onun hücrelerinin içine karıştığı toprakların çiçeklerini kurutup kitaplarımın arasına koymak istiyorum.
ben bu manzaralara nasıl da tanıdığım. gecenin üçü, en yaralı yerimdeyim.
ayıplarınızdan duvarlar örüyorum.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

itiraf

usluydun geceleri bile, üzerini açmazdın.
ama haylaz olan kadar çekemedin dikkatimi
üşürdü o, dayanamazdım.
en çok senin tarafından sevilmişim,
en çok onun tarafından itilmişim,
aldırmazdım.
birkaç adım uzağında,
başka bir çocuğun başını bekler
senin yorgan altı hıçkırıklarını duymazdım.

18 Mayıs 2012 Cuma

sükut-u hayal

demiştim sana biraz gerçekçi olmakta fayda var diye. ama dinlemedin.
pişman mıyım? hayır. benim masallarım hep bu sonla biter. formül hep aynı, çok fazla bir şey beklememek gerekir x'lerden; adı üstünde değişkenler zaten.
demiştim sana, büyü bozulur diye. ama dinlemedin. şimdi yazdıklarına bakınca yüzümü tuhaf bir gülümseme kaplıyor. o çok bilmiş hallerim, 'ya neolacaaağğdı salak?' diyerek sırıtıyor kapılarımın ardından.
pişman mıyım? hayır.
benim masallarım hep bir sonla biter. ben ki realizmin köpeği olmuşum. sen mi çevirecektin beni yolumdan? demiştim sana, haddini bil diye. bir şeylerin yitmesi değil önemli olan, güzel anılar bırakabilmesi. sen de bana güzel anılar bırakmışsındır elbet amma velâkin şuan öyle meşgulum ki.. hayal kırıklığıyla sevişiyorum. 

ver bana düşlerimi 
ver bana gülüşlerimi.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

johnny

belki de tanrı sana yaklaşayım diye bu derece yalnız kılıyor beni. belki o yüzden seninkinden başka kucak bulamıyorum sığınacak, başka el bulamıyorum tutacak. belli ki varsın "yazılmış olan"ımın bir yerlerinde..
başka bir açıklaması olamaz, aldığım cevapların tatminkarsızlığının. başka bir açıklaması olamaz, hayatımı paylaştıklarımın hayatındaki tempoya kurban gitmelerimin. hep haklıydın belki, etrafımdakilerle ilgili yargılarında. ve hep haksızdılar seni yargılayıp darağacına gönderirken. hep haksızdılar, sen kadar sıkı sarılmayı beceremeden; sana bok atarlarken. kesişim kümesi oldular, her beni üzene sövüp sayarken.
belli ki haklısın 'hiçbir kaleme ait değilim' ben.
bütün ışıklar sönmüşken gel artık. elinde mavzder de olabilir, kırmızı bir gül de. fakat diğeri boş olmalı. günahsan da bana günah değil misin? bardağım taştı taşacak tek bir damlayla. ama sen gel artık, olur ya belki bardağı boşaltırım dibine kadar. gel artık. çünkü biliyorum;
-sen şekersiz de içersin beni.-

-you don't have to be afraid anymore.
-i am. i'm afraid. i'm afraid to be alone, i'm afraid not to be alone. i'm afraid of what i am, what i'm not, what i might become, what i might never become. i don't want to stay at my job for the rest of my life bot i'm afraid to leave. and i'm just tired, you know, i'm just so tired of being afraid.

10 Mayıs 2012 Perşembe

birkaç damla gözyaşı dökülüyor yanaklarına,
içindeki yangına su serpmek niyetine.
ama gözyaşı tuzludur,
yaraya tuz basılmaz.

6 Mayıs 2012 Pazar

kayıp

baktım, bu sıkıntıyı içimden atamıyorum; ben de meseleyi kökten halletmeye karar verdim. içimi binlerce parçaya bölüp, ellerine tutuşturuyorum insanların. bak bu benim en kırılgan yanım. bu en çocuk yanım. bu abartmalara doyamayan yanım... al al çekinme lütfen, yabancı değilsin zaten. yolluk niyetine, iyi yolculuklar niyetine. bi siktir git niyetine.
kendi yarattığımdan ziyade, önceden yaratılmış putlara tapıyorum. ondan rast gitmiyor sevmelerim. ufak değişiklikler için üzerlerine toprak serpiştiriyorum, düzelmeyince avuçlarca topraktan da oluyorum. oysa toprak kutsaldır, kendime ihanetimi iliklerimde hissediyorum.
nazarımda insan doğruları bile olamayacak kadar aciz bir varlıkken; her gün onlarca öznenin doğrularını üzerime çullanırken buluyorum. doğrularınızı diyorum; kaybettiyseniz şayet, peşime bakın lütfen. bunun bir korku filminden ne farkı var? en nihayetinde ıssız bir adada tek başınayım, ve beni gerilmek için seyreyleyenler var. aptal değilim ya, seziyorum.
doğru, yargıyı bulup; sınırları aldattığından beri, gayrı meşru çocukları salınıyor bu evren bozmasında. ve sırf o yüzden istiyorum aldatmanın da soy ağacında yer edinmesini. 
piçliğin meşru kabul edilmesini. 

2 Mayıs 2012 Çarşamba

envanter

şimdi bir bakalım elimizde neler var.
gözleri küçülmüş bir elek.
çoğul olmanın sınırında güzel insan-lar.
zor zamanın-açılan ufukla ilişkisini gösteren bir grafik.
çizilen yoldan sapmalar, geri gelmeler ve tekrar sapmalar.
karışık bir kafa.
kaybolan bir inanç.
iyi gün dostları. 
kötü gün dostları.
ve bu iki kümenin ne kesişimi ne birleşimi: 7/24 dostları.
birkaç beyit, birkaç nota.
içi boş bir bira şişesi.
dumanının akış yönünü kategorize edebildiğim bir sigara.
ve cesarê pavese.
"artık sabahı da kaplıyor acı."

1 Mayıs 2012 Salı

"Yaz!" demedi tanrı.

"Yaz!" demedi tanrı,
bir zincir halkası ilk emir olamazdı.
 "Oku!" dedi evvela ve gösterdi nereden başlayacağını da.
oku dedi; ağaçları, böcekleri, çiçekleri.. kainatı!
oku dedi; kana kana insanları.
okudukça doldu için, okudukça yıkandı gözlerin.
lâkin zaman geldi; taşıyamaz oldun.
ağır geldi hissettiklerin.
belki ademoğlu olduğunu da ilk o an belledin.
ama "Yaz!" demedi tanrı yine de.
"Taş!" dedi onun yerine,
"Es!" dedi, "Haykır!" dedi bildiklerini, "Çağla!" dedi bir nehir gibi, ve "Ağla!" dedi ardından.
fikrin de yoktu bu kez, nereden başlayacağından;
sen kalemi aldın eline, bir başkası dokundu sazının teline.
hepsi bir katre gibi kaldı evrende,
hepsi bir katre, ve hepsi emrine amade...

24 Nisan 2012 Salı

gel bi otur.

gecenin bi vakti buraya yazmak gafletinde bulunduysam, konuşacak kimsem kalmamış demektir. ya da koklayacak bir tek gülüm de olabilir. -uyandığında pişman olacağın şeyler söylemiş olacaksın.- işte tam olarak olayım bu. köpek gibi pişman olacağımdan karşılıklı emin olduğumuz anlarda bile dinlesin beni isterim karşımdaki. yüzünde ufak bir tebessüm olabilir, ya da lth salgılatacak bir hüzün düşebilir dudaklarının kenarlarına. ama kat'iyen acıma değil. asla.
içmek dediğin serserilik değil yürekliliktir aslında. insanlar yüreklilik gösteremedikleri her şeyde olduğu gibi bunu da kömüre bulamışlar. oysa kömürle elmas arasındaki ilişki hepimizin kitaplarında mevcut. mesela ben ayık kafayla iç döktüğünü iddaa eden adamın samimiyetini sorgularım. bilinçaltından o derece mi korkuyosun ibne derim. "bana bi bira söyle ve çekil git karşımdan!" diye de isyan ederim. hem ağzından çıkandan pişman olmak da neyin nesi? başka derdim yok he mi? bırak allaaşkına, üzülecek bir ton şey varken. hem büyük bir hakikate küçük hakikatleri feda edemez misin sen? pişman olacağım diye damgaladığın sözler öyle derinlerdeki, ayık kafayla piri olsan dökemezsin onları dışarı. imkanı yok, kâr etmez.

mutsuzum ama keyfim yerinde diyordu şarkıda, ağzı bal yesin o adamın.

23 Nisan 2012 Pazartesi

sartre.

teselliyi en yakınlarından değil de sağdan soldan bulmaya başladığın o an yok mu? işte o an senin miladın. sar sakla onu, koy kenara. hatta gözünün önünde dursun, daha iyi. çünkü bu senin başkasını dışarı atıp, kendine yönelmeye başladığın ilk an olarak tarihine geçecek, göreceksin.
hiç kimse baki değil (ancak ve ancak) hiç kimse vazgeçilmez değil.
ve sartre'a bırakıyorum son cümleyi.
başkaları cehennemdir.

19 Nisan 2012 Perşembe

beyhude

yaşamı nefes almaya indirgediğim şu sıralar, aldığım her nefes bir külfet gibi omzumda. kimseye onun gibi yaslanamıyorum. alışkanlık kelimesini öznesi belleyen cümlelerin affına sığınıyorum. ve daha affına sığındığım neler var kim bilir. sağ bacağımın altında kalan sol bacağım gibi tıpkı. tatlı bi uyuşukluk hissi. kımıldamam lazımdı, kımıldadım. şimdi de ağrıdan duramıyorum. madem bu kadar içler acısı durumun, "niye peki?" diye soruyorsun, duyuyorum. içine huzuru sakladığın tahtaları parçaladım ben, huzurlu da olsa tabut tabuttu çünkü.

16 Nisan 2012 Pazartesi

son

sıcağı sıcağına yazayım içimi dökeyim dedim ama biz zaten çoğu şeyi sıcağı sıcağına yaşadığımızdan kaybediyormuşuz, bunu fark ettim.

17.04.2012
masal bitti.

9 Nisan 2012 Pazartesi

kondüksiyon

"dikkat et de, ağzın yanmasın."
dikkat ettim de
benim nazarımda ilk kez böyle değdik birbirimize.
parmaklarımın uçları yandı önce.
dikkat etmez olur muyum?
bırakmadım bardağı yere,
dudaklarım değecekti bir kere,
dudaklarının değdiği yere.

"dikkat et de, ağzın yanmasın."
günlük hayatla haşır neşir
olanca fizik kuralından yalnızca biri,
ısı iletimi.
belki de aşkın derdi bizimle değil de, fizikleydi.
düşün bir;
yerçekimi, entropi, etki tepki...

yine de ten teması dediğin böyle olmalı.
hem n'apayım ben ısıya dayanıksız mantığı?
madem çaktın çakmağı,

"dikkat et de, canın yanmasın"

2 Nisan 2012 Pazartesi

çöp

elime geçen ne varsa yırtıp attım bugün; anı biriktirmeyi ne kadar çok seviyormuşum meğer. mektuplar biletler bilumum kağıtlar. çöpü boyladılar. kimseden hatıra istemiyorum, kimseden bir tek iz istemiyorum. ve kimseyi de kimseden ayırmıyorum. bu kadar.
buraya kadar.

31 Mart 2012 Cumartesi

mutlak mutluluk değil, mutlak bir 'beraber olma' isteği ihtiyacım olan.
hem zaman diye bir şey yoksa, zaman kaybı da yoktur ki.

29 Mart 2012 Perşembe

kolon-duvar ilişkisi

duvar taşıyıcı değildir, yükü kolon taşır. kolonu sağlam yapmazsan, yük duvara kalır; o da bu yükün altında fazla dayanamaz ve yıkılır. zavallı duvar, neye uğradığını şaşırır. tavsiyem şu, bir kolon olarak üzerine düşen dimdik ayakta durmaktır. zira bu koca binanın göçmemesi senin elindedir. vay yoruldum azıcık soluklanayım, vay derdime ortak bulayım, vay sırtımı dayayayım gibi saçma sapan hayallere kapılmaman hakkında hayırlı olandır.
yoldaş bellediğin duvarlar seni bir boyuttan diğerine bile taşıyamaz, arafta bırakır. anlaştık mı iki gözüm? hadi göreyim seni hadi bakalım..

18 Mart 2012 Pazar

ağa kapısına gidelim

bu nasıl bi gün? bu nasıl bi gece? bu nasıl bi bitiş böyle. ağa kapısına gidelim derim, 7 ay öncekinden de beterim. ama biz yine de ağa kapısına gidelim. ben bu gece uyumam, istanbula gidelim. sonra bunları ezberleyip çocuklarımıza öğretelim.

16 Mart 2012 Cuma

güzel bursa

şehirleri mi seviyorum, insanlarını mı? çok düşündüm, cevap veremedim. bursa güzel, küçük istanbul gibi. evet öyle; istanbulu küçük küçük parçalar halinde getiriyor ayak ucuna.. bursanın taşları güzel, minareleri ve suları. bursanın insanları güzel. ama sınırları içindeki en güzel insanın yüreğinde istanbul yatıyor, allah biliyor ya... ve biz onunla nereye gidersek orası istanbullaşıyor.
bir şehir daha başka ne ister ki?

4 Mart 2012 Pazar

şer

iyi biri değilim, üzerim seni,
bir sigara daha yakarsın.

lâkin şerrimde de hayır var,
bir şiir fazladan yazarsın.

3 Mart 2012 Cumartesi

sunam

türkünün tamamı müthiş. ama en çok şuraya takıldım:


"bazı bazı mezarıma gelesin,
dileğim kabuldür, bunu bilesin."

şurada da ipleri koparıyor:

"yok olur benliğim çürürse beden,
boşa gider de gözyaşların ağlama."


dinlemek de yürek ister hani.

2 Mart 2012 Cuma

öztürkcüm

mümkünse karanlıktan korkmasın. ne bileyim işte..

-seni anlatabilmek seni,
iyi çocuklara kahramanlara.
seni anlatabilmek seni,
namussuza, halden bilmeze,
kahpe yalana..-

bu tip şeyler.

28 Şubat 2012 Salı

dokunmacalar

çayı şekersiz içti,
hayatı neşesiz.
hiçbir adresi göstermedi
ayak izleri.
yolların hep kendisine çıktığının
ayırdına varamadı.
kök salmak istedi inatla,
ama yapamadı.
bir vazonun içinde
bir başına kurudu kaldı.
kurumuş bir çiçeği kim ne yapsındı?
...

-kurumuş bir çiçeği; şekersiz çayıyla birlikte hayatın dayanılmazlığını yudumladığı bir kitabın arasına koyar o. ona verin beni.

24 Şubat 2012 Cuma

kimse bilmez ama ben çok güzel yok olurum.
kaşla göz arası ortalıktan kaybolurum.

23 Şubat 2012 Perşembe

âmenna

yüreğimde yeşerttiğin umudu unutmadım.
gözlerinin olmadık yerde doluşunu,
ve cümlelere köle olmadan
sevişini de.
bir dediğini iki etmek
yakışmaz elbet bana.
tanrının elisin üzerimde,
âmenna.
ama kaiedelere hapsedersen beni,
genellemelerle boyarsan cümlelerimizi,
hiç utanmaz mısın sahi?
bir sızı,
yoklamaz mı göğüs kafesini?
bir başka insan olurum, ufacık bir yamanda.
bir başkası bakar gözlerine,
yok olur inancım,
tek sana değil, tüm dünyaya.
sen ki dayandığım,
direndiğim karanlığa,
sen ki içime serpen gün ışığını.
ayıp olmaz mı?
yapma.

17 Şubat 2012 Cuma

çok geç

yapmak istemediğim şeyleri yapıyorum. içimden gelmeyenler kapımın önünde kuyrukta. zorunluluk oldu eğlenmelik şeylerim. mükemmel bir uyum ve sinsi bir sırayla birbirlerinin yerini alıyor kavramlarım. hayallerimi yıkıp yerine hatıralar koyuyorum. artık patron onlar, hissiyatsızlığımın kölesi oldu bütün insani yanlarım. herkesten bir farkım yokken bakıyorum kendime, mutsuzluğa hakkın mı var, diyorum. ben 'ben'i seçemiyorum ki, kendime uygun davranayım. ben 'ben'den geçemiyorum ki, bütün zincirlerimi kırayım. arafında içinde bir arafa doğru sürüklenmek bu. gözümü karartmalarım eskide kaldı çünkü. korkağın biriyim artık ben.
korkaklar uzun yaşarlar, bir korkak için zaman geçmek bilmiyor çünkü. yaşamak dediğinin bu olmadığını da ölüme en yakın çizgide anlarlar. her şey için çok geç olduğu zaman. işte ben o -her şey için çok geç-lerin insanıyım.
neyse, nerede kalmıştık??

12 Şubat 2012 Pazar

yaklaşma

koyu bir karanlıkta, ışık olarak görünmüş olabilirim sana.
yanılmış olabilir gözlerin, güvenmemeyi öğren onlara.
kendi karanlığına nafile biriyim ben,
dipsiz bir kuyudan farksızım ben.
benden fayda gelmez yanıma sokulana.
yaklaşma bana...
bırak uzaktaki küçük ışığın olarak kalayım.
yaklaşma ki,
hayal kırıklığın değil, umudun olayım..

9 Şubat 2012 Perşembe

geçici

-geçicileri kendi içlerinde ikiye ayırabiliriz. geçip gitmesine şahit oldukların ve geçip gitmesine dahil oldukların.-

yüzünün gözyaşlarıyla yıkanması?
-geçici.
mutluluktan havalara uçmaların?
-geçici.
peki ya..
sarıldığın insanlar, ağladığın omuzlar?
-geçici.
sadece birazcık zamana bakar.

karanlıktan korkmaların?
-geçici.
hiç tükenmeyen umutların?
-geçici.
peki ya..
içinden söküp atamadıkların?
-geçici.
sadece toprak olmana bakar.

3 Şubat 2012 Cuma

anla beni

'küçük bir kız değil, kocaman bir kadın sevmişim de farkında değilmişim.'

durup durup bu cümleyi düşünüyorum ben. kulaklarımda sesinle yankılanıyor. sahi hangisiyim ben?  bir 'kimsem' olsun derdine düşüp sonra 'kimsesizliğimi' kavrayıp, kendi kabuğuma çekildiğim an sen çıktın karşıma. tekrar aynı hayal kırıklığını yaşamaktansa, 'kimsem' olabilme ihtimalinde kal istedim. yok olma istedim. anlıyor musun beni? belki sen geç kaldın, belki ben erkenden pes ettim. ama anla n'olur, rüsva etme beni.

2 Şubat 2012 Perşembe

git-me

burası soğuk,
senden öncesi gibi.
ne bir ışık var gökyüzümde parlayan;
ne de bir el, elime uzanan.
tek başımayım, bu zifiri karanlıkta.

aramayı bıraktım,
aradığımı bulup yitirdiğimde
tekrar aramanın manasızlığını kavradım.
aramak demek, yitirmek demekti.
aramayı bırakmak demek,
umudu lügattan çıkarmak demekti.

ne yanaklarıma süzülen yaşları
sesiyle kurulayan bir adam var artık,
ne de sapanıyla karanlıkta bekleyen bir çocuk.
tek başımayım, hiç olmadığım kadar.

1 Şubat 2012 Çarşamba

şimdi ben seni üzdüm ya, yüzüm bir daha hiç gülmeyecekmiş gibi geliyor. yüzümün gülüp gülmemesi umrumda değil ama sen üzülme lan. nolur üzülme..

29 Ocak 2012 Pazar

şapşallık etkisi

bir boşvermişlik var ki üzerimde sormayın canlar. olmazsa olmaz olarak gördüğüm birçok şeyden patdadanak vazgeçiyorum bugünlerde. kendimi hiçbir şeyi yapmak zorunda hissetmiyorum. ve çoook uyuyorum! evet ben nihayetinde çoook ve güzel rüyalı uyuyorum. tembelliğimle barıştım gibi bir şey. iyi mi ettim bilinmez ama bu huzur her şeye değer gibi geliyor bana. bazen tutuşuyorum gördüğüm absürt hayallerin etkisiyle. o zamanlar da hiçbir açıklama yapmadan 'ben yine korkuyorum!' deyiveriyorum birilerine. 'döverim ben onları.' gibisinden yanıtlar alınca hayal aleminden gerçeğe pek bir çabuk geçiyorum doğrusu. bir şapşallık hakim evet. sanırsın 6 fıçı bira devirmişim, sanırsın bir kutu cipralexi hüppletmişim. ama ı ıh. hiçbiri değil. yaptığım tek bir şey var, yazmak. devamlı yazmak, sürekli yazmak. çizgisiz dosya kağıtlarına ve zaman zaman da düz. yazmak. hayat daha güzel olamaz. yazmak. yazarken kusmak. yazarken kendine ışıklar yakmak.
kalemi tekrar ve korkmadan elime almamı sağlayan insana selam olsun.

27 Ocak 2012 Cuma

rutin

halimden memnuniyetim ile koca koca iç çekişlerim daralıp kapı pencere açmalarım arasında saniyeler bile yok.  kendime sürekli aynı soruyu soruyorum. 'ne yapmam lazım?' bulamıyorum. bulamayınca 'düşünme o zaman düşünme' diye tekrarlıyorum. çığlıkları içimde bastırıp karbondioksit olarak ortama veriyorum. erteliyorum. ama çözüm bulmak üzere değil, kabullenmek üzere.
kılımı kıpırdatacak halim yok; bırak göze almayı, değiştirmeyi, çözmeyi...
bir ölüden ne farkım var? içimi kemiren böcekler ve hissiyatsızlık da dahil. ama gülüyorum işte. gülüyorum ve bazen gülerken hayat kurtarıyormuşum öyle diyorlar. ne fark eder? hayat kurtarmaya devam ederken de ölüyorum. bir insan hayatı boyunca birçok kez ölür. ve tekrar ölmek için yeniden doğar. ölüyorum ve tekrar doğuyorum.

11 Ocak 2012 Çarşamba

kaos

hikayemizi yazacağım ama, bir sonu olması gerektiği için hikayelerin, cesaret edemiyorum kalemi elime almaya. artık yitirmekten yoruldum birilerini, iyi ya da kötü yitmesini istemiyorum hiç kimsenin. özellikle de senin. beynimin merkezinde at koşturan köstebekler kenara çekildiler, yerlerinde koca koca boşluklar var. yerlerinde esen yeller var. iyi mi kötü mü bilemiyorum. düşünemiyorum. uzak kaldım. sevdiklerime de sevmediklerime de uzak kaldım bu ara. nasılsını sormaya üşeniyorum, iyiyimi düşünmeye korkuyorum. cümlelerim bir araya gelip tutarlı bir paragraf oluşturamıyor, hepsi tek tek ilan ediyor özerkliğini. oysa baskıcı değilim. parmaklarımdan dökülenleri tanıyamıyorum. yüreğimi terk edenleri de öyle. herkes öylesine yabancı. özellikle de sen. yabancıların en yakını. bitmiyor kaos, ardından kelimelerim ayaklanıyor, isyan ediyor her biri cümlesine. oysa diktatör değilim. hatta isyanı severim. dikenleri varmış kelimelerimin. tenime batıyorlar, sözleşmiş gibiler. hepsinin elinde kurşunsuz mavzerler. sıkıyorlar boş kalan yerlerime ama öldüremiyorlar beni. ölemiyorum işte. ya bağışıklık kazandım ölüme, ya çoktan öldüm öyle dolanıyorum yeryüzünde.

4 Ocak 2012 Çarşamba

rakı

üstad demiş ki,
"her şeyle içilir ama yalnız şerefsizle içilmez şu meret.."
ağzına sağlık ama,
bana kalırsa yalnız içilmeli.
efkârı ağırdır çünkü, paramparça eder yüreği.
yüzümün gündüzden geceye dönüşünü
bana kalırsa, öyle herkes görmemeli.
ille yanına bir şey istersen,
beyaz peynirin, kavunun kâfi.
yavaş yavaş içeceksin bir de,
bir sevdayı yudumlar gibi.

önce inceden bir dertleneceksin,
daha bir hoş vuracaksın sazının tellerine.
daha bir içten çıkacak sesin,
düşman kesileceksin gecenin sessizliğine.
                  "yârim senden ayrılalı,
                   hayli zaman oldu, gel gel..."
sonra sırayla üzüleceksin,
yalnızlara, üşüyenlere, ölülere...
sonra aklına düşecek yârin;
kabadayılık taslayacaksın aranıza giren mesafelere.
söveceksin bir güzel hasretine...
bir yudum daha alacaksın kadehten.
bir yudum da sevdiğinden.
öldürüp gömeceksin bugünü de,
ömürden gittiğine aldırmadan.
gözünü bile kırpmadan; seve seve...

3 Ocak 2012 Salı

karşılaşma

hava yağmurlu, kasvetli, sıkıcı. karşıdan karşıya geçeceğim, tanıdık bir çift gözle buluşuyor gözlerim. gülümsüyor karşımdaki. hayatımdan çıkalı çok olmadığı halde, bu çocuğu nasıl bu kadar gerilere itebildim bilmiyorum. sanki yıllar yıllar öncesinde kalmış, üstü toz yığını kaplı biri... hatırlıyorum.
ilk sigaramı onunla içmiştim. yine yağmurluydu hava. en son ne zaman görmüştüm peki? hatırlamıyorum. dört sene yüzyüze bakmıştık, ama iki sene doya doya konuşmuştuk sadece. beni telefonuna prenses diye kaydetmişti. ahmet kaya severdi. akşamları aynı radyo kanalını dinleyip, aptal saptal konuşurduk. bana bu şarkıyı ilk o dinletmişti. -prensesin uykusuyum.-
şimdi hiç görüşmediğimiz iki buçuk seneden sonra, yollarımız yine kesişti. benim için altı sene öncesinde kalmış üstü toz kaplı çocuk yeniden numaramı telefonuna kaydetti.

2 Ocak 2012 Pazartesi

yeniyıl

ne isterim? her sene aynı dileği diliyorum.
-bisiklet sürebilmeyi isterim. (noluur)
görmek istediğim şehirler var.
-bursa mesela zeynepimden mütevellit. edirne mesela, güzelim sinandan, onun selimiyesinden mütevellit. izmiri özledim, ecükümü özledim. (evet izmir bünyede bir bağımlılık etkisi yaratabiliyor.) ve de mardin. şu içimdeki bitmek tükenmek bilmeyen mardin aşkı! aşk olduğundan mütevellit, ona sebep sunmama gerek yok.
hayatımda olmasını istediğim insanlar belli. yeni yılda onları dilemiyorum da, onlarla yeni bir yıl diliyorum.

türk sineması aşkımla beyazıt aşkım birleşince ortaya şöyle bir şey çıkıyor.
-lalezârda nostaljik film izlemek isterim.
kendimi çok daimi bir ot olarak hissettiğim için, yeni uğraşlar lazım.
-kesinlikle ney çalmak isterim.
okumak konusunda düştüğüm tembelliğe istinaden;
-okumak okumak okumak isterim.

bi de bi de, az da olsa kendimi sevebilmek isterim.

iyi yıllar hepinize a dostlar.

1 Ocak 2012 Pazar

bilek

bir kez burkulan bileğin, tekrar burkulmaya meyili gibiydim. ara sıra ben buradayım diyordum, sızım sızım hissettiriyordum kendimi. belki bir ikinci vuruşa hazırlanıyordum, belki çoktan bitirmiştim üzerime yeni düşeni. ama beni umursamayan bir beden üzerinde sürdürüyordum varlığımı. işte bundan daha kötüsü olamazdı. zıplamaktan düşmekten şapşal şapşal yürümekten vazgeçmiyor, ara sıra bana sövüp duruyordu kendisi. oysa kabullensen beni, her şey daha acısız olacak diyordum. ama dinlemiyordu ki. müstahaktı ona böylesi.